Zeyneb Hatun
Erkek egemen anlayış, kadını erkekleştirmeye çalışırken, önce diline müdahale etmek gerektiğini hesaba katmıştır. Kadına ait olan dilin, kadının kendisi gibi “zayıf” ve “yetersiz” olduğunda direten bu anlayış, ona, “mücadele etmek” gibi bir fiili de yakıştıramayarak mücadele etmesi için erkekleşmekten başka bir seçeneğinin olmadığını hatırlatmıştır. “Erkek gibi kadın” ifadesi bu yanlış ve sakat akıl yürütmenin bir ürünüdür ve kültür, sanat, edebiyat ve siyaset gibi varoluş hâllerinde de bu ifadeye sıklıkla tesadüf etmek mümkündür.
Bu ifadeyi, yaratıcılık isteyen, bekleyen alanlara taşıyan insanlar da, erkek egemen anlayışa tutunarak ilerledikleri için, yapılan çalışmalar sabit fikrin hükümranlığından kurtulamamakta, analize kapılarını kapatan söylem, metodoloji bağlamında da sınıfta kalmaktadır.
Divan Edebiyatı’nın kadın şairlerinden Zeyneb Hatun’u merkezine alan bu yazı ise, sorunu toplumsal cinsiyetin konumlandırılamaması bağlamında ele almaya çalışmaktadır.
Zeyneb Hatun’un bir kadı kızı ve aynı zamanda eşi olduğu unutularak, şiirlerinin kadınlar tarafından yadırganacağı vurgulanmıştır.
Kadılık, sosyal bir boyutu olsa da dini esaslarla harmanlanmış bir kurumdur ve bu kurumdan birisinin kızı olarak Zeyneb Hatun’un, bu kurumla inorganik bağları olan hemcinslerine göre, cinsellik dâhil olmak üzere birçok varoluş hâlini, üzerlerindeki örtüyü, daha doğrusu kalın tabakayı kaldıramadan, kıramadan yaşamak zorunda kaldığı hatırlatılmıştır.
Bireysel duruşun erkekte de sergilenemediği bir ortamda kadınların bu örtüden, kalın tabakadan kurtulmaları veya kendilerini, bu örtünün ve kalın tabakanın altından çıkarmamaları edebiyat sayesinde olmuştur.
Onunla aynı şehirde, Amasya’da doğan Mihri Hatun’a göre daha erkeksi bir dil kullanan Zeyneb Hatun, kadınların “açgözlülükten” ve “aşağılık” konumlarından kurtulmaları konusunu gündeme getirirken kendisi değil, kurumu adına konuşmuştur ancak; onun gibi kadın şairler ve yazarlar hakkında bilgi veren araştırmacılar, kurumları, varolagelen düzeneği değil, bizzat, Zeyneb Hatun gibi kadın şairleri ve yazarları sorgulamayı tercih etmişlerdir.
Zeyneb Hatun örneği, Türkiye’de yazılan edebiyat tarihi ve edebiyat eleştirisinin, toplumsal cinsiyet teorisiyle, bu alanda birçok önemli çalışma Türkçeye kazandırılmasına rağmen, yeterli ve doyurucu bir diyalog sürecine giremediğini de gözler önüne sermektedir.
Onun gibi kadın şairler hakkında elde sınırlı bilgiler varken, çalışmaların, bu bilgilerin alanı genişletilerek gerçekleştirilmesi gerekirken, batan gemiden kurtarılan bir iki cümle ahkâm kesmeye yetmektedir. Toplumsal cinsiyetin teorik çerçevesi “gerçek” anlamda çizilememişken ve içi “gerçek” anlamda doldurulamamışken, erkekegemen söylemin desteğiyle ilerleyen araştırmacılar, kadın şairleri ve yazarları istedikleri gibi tanıtma yoluna gitmişlerdir.
Kadın şairler ve yazarlar üzerinde araştırma yapılmadan önce, edebiyat tarihi ve eleştiri gibi kavramların da birçok kavram gibi, ithal olmaktan kurtulamadıkları, yerlileşemedikleri unutulmamalıdır.
İthal olmaktan kurtarmak, yerlileştirmek sorunu çözmeye yetmeyecektir. Edebiyat tarihçisi veya eleştirmen, cinsiyetler ötesinde bakma gücüne ne kadar ulaştığını önce kendisine sormalıdır. Bu soru ona, cinsiyeti gelenekçi bir söylemle ele alıp almadığının karşılığını da verebilecektir.
Gelenekçi yapının üzerine gidilmedikçe de “çağdaşlaşan” ortamın edebiyat, kültür ve sanatı sayısız Zeyneb Hatun’u bünyesinde barındırmak zorunda kalacaktır.
İçinde bulunulan dönemin edilginleştirilen Zeyneb Hatunlarndan önce, edilginleştirme sürecinin nasıl işlediği ve edilginliğin kendisi sorunsallaştırılmalıdır. Bunun için de toplumsal cinsiyetle birlikte; edebiyat, tarih dışında başka disiplinlere bakmasını bilen, eğitimi, kültürü, birikimi kendisine “sağlıklı” gözler vermiş insanları çoğaltmak gerekmektedir.