Zehra Bilir (Eliza Ölçüyan)
18 Nisan 1925’te İstanbul’da doğan ve dünyaya geldiği şehirde 1 Ağustos 2015’te vefat eden Muzaffer Akgün, Türkülerin Anası olarak anılırken; Malatya’nın Arguvan kadar ön plandaki ilçelerinden Arapgir’de 26 Mart 1913’te gözlerini dünyaya açan ve 28 Haziran 2007’de İstanbul’da sonsuzluğa uğurlanan Zehra Bilir’e de Türkü Ana denmiştir.
Anaiki isme de yakıştırılmışsa da, Bilir’in Analığı Akgün’den farklı bir yerde durmaktadır.
Akgün, Türkü formundaki eserleri, dinleyicisini lirik bir atmosferle buluşturmak için seslendirmiş, Bilir ise, onlara ironi nakışlayarak kendisini kabul ettirmiştir.
Sahneye Akgün’den önce çıkan, Türk Halk Müziği enstrümanistleri enstrümanlarıyla henüz buluşmadıkları için, Osmanlı Musikisi’nin enstrümanları eşliğinde sözü edilen eserleri dinleyicileriyle ilk kez paylaşan Bilir, sahnede mahalli kıyafetleri tercih etse de yadırganmamıştır çünkü hem kıyafetlerin eserlerle örtüşmesine özen göstermiştir, hem de mahallilik sesi ve duruşunda laubaliliğin uç vermesini beraberinde getirmemiştir.
Teatral söyleyiş iki ismi ortak paydada buluşturmuşsa da Bilir, trajedinin resmini de ironiyle çizdiği için Akgün’den ayrılmıştır.
Bilir, Mihail Bahtin’in vurguladığı anlamda Karnaval yaşatan bir ses sanatçısıdır.
Karnavalı Bahtin, çok sesli ve renkliliğin karşılığı olarak konumlandırmıştır. Şenlik, varlığını çok sesli renkliliğe borçludur.
Bu kavramın yanında, yine Bahtin sayesinde tanınan Heteroglossia da Bilir’in müzikal duruşunu idrak etmenin anahtarıdır.
Tek sesliliği umursamayarak Karnavalın zeminini hazırlayan Heteroglossiayı Bahtin, sivil ve aynı zamanda itaatsiz bir söylemin şekillenmesi için ete kemiğe büründürmüştür. Bilir, Mustafa Kemal Atatürk özelinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni inşa eden Kadronun, hayalindeki Türk kadının temsilcilerinden olsa da, resmiyetle arasına mesafe yerleştirdiği için, sivillik kadar itaatsizliğe de sempati beslediği vurgulanmalıdır.
Yanından ayırmadığı, gözyaşı silme aracı olarak kullanılmasını arzulamadığı mendili, itaatsizliğini sembolize etmiştir.
Bilir’i sadece Akgün’le değil, ironiyi Yeşilçam’la buluşturan Mürüvvet Sim ve Adile Naşit’le de bir araya getirmek gerekir çünkü onlar da ciddiliği asık suratlılıkla özdeşleştirmemişlerdir.
Doğum adı Eliza Ölcüyan olan, derleme çalışmalarına da imza atan Zehra Bilir ve Muzaffer Akgün gibi kadınların döktükleri terin, erkek folklor araştırmacıları dışında, Türkiye’ye özgü feministler tarafından da umursanmamalarına şaşırılmamalıdır çünkü sözü edilen güruh, feminizmi, erkek egemen söylemin ve Türkiye’ye özgü oligarşinin sırtını sıvazlama aracı olarak kullanmaktadır.
Bugünün sözümona sanatçıları, Tükenmişlik Sendromu gibi, kendilerinin uydurdukları saçma sapanlıklarla uğraştıklarını söylemelerinin ardından, her taşın altından çıkmaya devam ederlerken, Bilir ve adları anılan diğer kıymetliler, sanatlarını, saçma sapanlıklarla beslemedikleri için, aradan yıllar geçse de unutulmayacaklardır ama diğerlerinin payına, incir çekirdeğini doldurmayacak söz ve hareketleriyle hatırlanmak düşeceği için sanatçılıkları sözümonalıktan öteye gidemeyecektir.