Thomas Mann -27
Prosper Mérimée’nin aynı adlı eserinden opera sahnesine uyarlanan, librettosu Henri Meilhac ile Jacques Fromental Halévy tarafından yazılan, ilk temsilinin ardından, Ahlaka mugayyir olduğu gerekçesiyle şimşekleri üzerine çeken Carmen, 1830’larda İspanya’nın güneybatısında, Endülüs özerk bölgesinin merkezi ve en büyük şehri Sevilla’daki bir tütün fabrikasında işçi olarak çalışan, güzelliği ve cinsel cazibesi dillere destan olan, esere adını veren Çingene kızın hayatına odaklanmıştır.
Özgür aşkın izini süren, bu konuda tecrübesiz bir askeri kandıran, onun eski nişanlısından ve birliğinden ayrılmasına, kaçakçılık işine girmesine neden olan Carmen, boğa güreşçisi Escamillo’yla birlikte olmaya başlayınca, kandırdığı asker tarafından öldürülmüştür.
Bu eserden, analize tâbi tutulmaya çalışılan önceki eserindeki kâhin Çingene Kadını hatırlatmak için yararlanan Mann, müziği hayatlarının merkezine oturtan, Troubadour olarak adlandırılan gezgin şairlerin de ruhlarını şenlendirmeyi ihmal etmemiştir.
Okurunu sıklıkla Ortaçağ’a götüren Mann, Carl Maria von Weber’in Der Freischütz (İyi Avcı) adlı eseriyle Carmen’de olduğu gibi yine tabuları sorgulayan bir eseri sayfalarında ağırlamıştır.
İroni kadar şaşırtma da Mann’ın vazgeçilmezlerindendir. Bu fiilin, ironinin katalizörü olduğunu söylemek de mümkündür. Mann, kendisini okuruyla birlikte şaşırtan bir edebiyatçı olarak, onunla arasına mesafe yerleştirse de onu sımsıkı sardığını da es geçmemek gerekir.
Şaşırtma ve ironi, çağlar arasında mekik dokurken de Mann’ın yanındadır. Mann bu dönemler özelinde tarihe, kronolojinin tahakkümünden kurtulamayarak bakan bir isim olmadığı için, eserleri rahatlıkla Tarihsel Roman kategorisine dâhil edilemez.
Tarihi sadece tarihte aramayan, pozitivizme, bu hareketin inşacısı Auguste Comte’tan daha farklı bir yerden bakan Mann’a göre, çelişki şüpheciliğin zehirli çiçeğidir, çürümüş düşüncenin parıltısıdır ve en büyük sefilliktir.
Bu cümlesi, 1755’te gerçekleşen Lizbon depremi sonrasında yaşanan tartışmaları hatırlatan Mann’a ilham vermiştir.
1 Kasım 1755’te 09:0’ta gerçekleşen, yaklaşık yüz bin insanın ölümüne neden olan depremin ardından, Gottfried Wilhelm Leibniz,’in düşüncelerinin tozlu rafa kaldırılması gerektiği vurgulanmıştır. Bunun nedeni de, aynı zamanda, mantık ve matematikle ilgilenen bu filozofun hayata determinist gözlerle bakmasıdır.
Immanuel Kant ise depremi dinsel değil, bilimsel nedenlerle açıklamıştır ancak sözünü ettiği bilimin, bilimsel gelişmeye hizmet etmediği anlaşıldığı için o da dışarıda bırakılmıştır.
Fransız Devrimi’nin zemin hazırlayıcılarından Voltaire, Candide, ou l’Optimisme (Candide ya da İyimserlik) adlı, Ön Asya’ya odaklı gözlemlerine de yer verdiği eserini, Leibniz’in sözü edilen düşüncesine alternatif olması için kaleme almıştır.
Ona göre, dünya, sadece artı değil, eksileri de bünyesinde barındırdığı için ona bir gözle bakılamaz ve bu bakış felsefe kadar, bilimin de işine yaramaz.
Bu olayı ve olaya karşı tepkileri, bilimin, bilimsellikten uzaklaştırılmasına tepki gösterdiği için sayfalarına taşıyan Mann, Charles Darwin ve onunla özdeşleşen Evrim Teorisi’ne de, bilimin ne kadar bilimsel, felsefenin ne kadar felsefi olduğunu sormak ve okuruna sordurmak için ön plana çıkarmıştır.