Robert Bresson
25 Eylül 1901’de Fransa’nın Auvergne adı verilen bölgesinde dünyaya gelen Robert Bresson’ı, GillesDeleuze’ün sinemadaki karşılığı olarak konumlandırmak mümkündür.
Deleuze’ün sinemayla organik ve inorganik bağlantılı eserlerinde adını sıklıkla andığı Bresson, aynı zamanda Michael Haneke’ninarketipi olarak da görülebilir.
İnsanın, insanlığından çıkarak insan olma aşamasına gelebileceğine inanan Bresson, bu düşüncesini pratiğe dökmek için, AuHasardBalthazar (Rastgele Balthazar) örneğinde görülebileceği üzere eşek özelinde hayvanlardan ders alınması gerektiğinin altını çizmiştir.
Eşeğin güzelliğinin gözleriyle sınırlandırılamayacağını söyleyerek Charles Darwin’le özdeşleşen Evrim Teorisi’ni altüst eden Bresson, eşeğin Ortaçağ’da saygın bir yeri olduğunu François Rabelais’nin metinlerinden hareketle vurgulayan Mihail Bahtin’den feyz aldığını gözler önüne sermiştir.
Sade bir anlatım benimseyen Bresson’ın sinematografisini işgüzarca algılayanlar kalabalık kadrolu işlere imza atmadığı için onu cimrilikle itham etmişlerdir ama o bunu umursamamıştır çünkü neyin anlatıldığından çok nasıl anlatıldığıyla ilgilenmiştir.
Sadelikten yana olmasıyla BélaTarr’ı müjdeleyen Bresson gerçi kamera önüne buyur etmemiştir ama kedinin eşekle, çirkinleşmemiş güzelliğin temsilcisi olmak bağlamında ortak paydada buluştuğu unutulmamalıdır.
Yola edebiyatta yoğunlaşmak adına çıkan Bresson, ilk çalışmalarında kara komediyi denemiş ve böylece Moliére, OctaveMirbeaau gibi imzalardan etkilendiğini hissettirmiştir.
Hayatını bir katilin ruhunu kurtarmaya adayan rahibe adayının hikâyesini anlattığı Lesanges de péché (Günah Melekleri)yle teolojinin dipsiz kuyularına dalan Bresson, GermaineDulac kadar olmasa da AntoninArtaud ve onun Vahşet Tiyatrosu teorisinden de etkilenmiştir.
İyiliğin sadece iyilik, kötülüğünse sadece kötülükten mürekkep olmadığının bilincindeki Bresson, Le journald’uncuré de compagene (Bir Taşra Papazının Güncesi)de Fransa özelinde Avrupa’nın Luteryen veçhesiyle izleyiciyi yüzleştirmiştir.
Amatörlerle çalışmanın, profesyonelleri bir araya getirmekten daha keyifli ve eğlenceli olduğuna inanan Bresson, onların, sadelik ve doğallıktan taviz vermeyeceklerini düşünmüş ve hayal kırıklığına da uğramamıştır.
Arka plan sorgulamasını bir kenara bırakarak, genel sorunların ortaya dökülüp saçılmasıyla ilgilenen Bresson, ayrıntıları es geçmediği için NouvelleVague (Yeni Dalga) hareketine bağlı yönetmenlerin takdirlerini kazanmıştır.
1960’lı ve 1970’li yıllardan itibaren çektiği sinema filmlerinde kara komediden trajediye direksiyon kıran Bresson, merkezine intiharı almıştır.
Bu yapımlarla intihar etme fiilinin, rahme düşüldüğü andan itibaren insanla özdeşleştiğini belirten Bresson, sadece sözü edilen fiili değil, ailenin varlığını da sorgulamıştır.
DasweisseBand (Beyaz Bant) ve Caché (Saklı) adlarını taşıyan sinema filmlerinde Avrupa’nın, ötekileştirme mekanizmasını işletmesiyle hesaplaşan Michael Haneke’nin zeminini hazırlayan Robert Bresson; insan sevgisiyle dolup taşma oyunu oynamakla birlikte, fırsatını buldukları ilk anda canavar kesilebileceklerin açmazlarını, hümanizm ve romantizm gibi Türkiye’de içi boşaltılan düşüncelere bel bağlamadan göstermiştir.
Onun sinemasının hakkını teslim etmek için, hümanist ve romantik dağarcıkla sınırları belirlenmiş insanlıktan çıkmış izleyici olmak, lüks değil, zorunluluktur.