Reis Çelik sineması
Sinema, tüm sanatları içinde toplayan komplike bir sanattır. Film üretmek için sadece bir filmin nasıl çekildiğini bilmek çektiğin filmin güzel olacağı anlamına gelmez. Peki derdini anlatan ve anlaşılan film için ne gereklidir ?
Çok basit önce kültürlü olmak sonra da bir derdinin olması gereklidir. Dert derken yanlış anlamayın toplumsal bir konu hakkında bir fikriniz olmalı. Biraz açayım bu sosyal bir konuda ya da insan ilişkileri, baba oğul anlaşmazlıkları, alacak verecek v.b. Aslında ölmez konu aşk’da çok beğeni toplar ama tüm konular hakkında bilgi birikimi gerekir.
Bursa’da Çalı Köy filmleri festivaline arkadaşım Festival koordinatörü Ömer Bora daveti ile gittim. Reis Çelik’te festival’e “Ölü Ekmeği” filmi gösterimi ve yönetmenli söyleşi için gelmişti. Bende orada roportaj yapma fırsatı yakaladım.
M.Haluk Yalçınkaya: Hocam, filmlerini zevkle seyrediyoruz, Reis Çelik sineması deyince biz neyi anlamalıyız?
Reis Çelik: Ben filmlerimde ismimin altına hiç “yönetmen” diye yazmadım, Reis Çelik anlatısı diye yazdım. Çünkü ben bir anlatıcıyım. Anlatmaya çalıştığım şeye gelince, yaşadığım toplumun eğlencesini, acısını, derdini rengini bir şekilde anlatmak, istediğim konuyu anlatmak üzerine kurulu. Yani bir tür âşıklık geleneği gibi düşünün, aşıklar televizyonun olmadığı zamanlar televizyon gibi seyredilirlerdi. Hikayeler anlatılır destanlar anlatılırdı genç iken ölmüş birisinin hikayesi yazılır satılır, toplumların hikâye anlatıcılığı geleneğinden gelir. Ben de sinemada kendimi biraz öyle ifade ediyorum. Ne kadar başarılı olduğumu bilemiyorum tabii ama çok böyle şekil sinema biçim sinema üzerine kafa yormayı pek şey yapmadım daha çok anlatma üzerine ama aynı zamanda fotoğrafçı olduğum için iyi fotoğraf kurarak iyi tasvir ederek anlatmayı temel aldım kendime.
M.Haluk Yalçınkaya: Hocam peki sinemaya ilk başladığınız zaman, gazetecilikten sinemaya geçtiniz. Geçerken peki hangi olay hangi durum sizi sinemaya teşvik etti?
Reis Çelik: Uzun süre gazetecilik yaptım. Özellikle Ortadoğu’da savaş bölgelerinde. Türkiye’deki olayların da hep içerisindeydim. Gazetelerde bir olayın gerçeğini ortaya çıkarıp zaman harcıyorsun yıllarca tehlikeler atlatıyorsun. Kendin yazıyı hazırlıyorsun, veriyorsun gazete başka bir başlıkla başka bir anlatımla karşına çıkabiliyor. Çünkü bilgiler yayın yönetmenin gazetenin kendi politikasına bağlı yayınlanıyor..
M.Haluk Yalçınkaya: Fazla özgür olamıyorsunuz.
Reis Çelik: O beni çok daraltıyordu. Benim anlatmak istediğim gerçeği bir türlü orada tam göremiyordum. O zaman zaten çocukluğumdan beri sinemaya merakım vardı. Bunu kendimi başkaları dahil olmadan en iyi anlatabileceğim yerin sinema olduğuna karar verdim ve televizyonculuğu, fotoğrafçılığı hepsini bırakarak ilk “Işıklar Sönmesin” filmini çektim. Bu ülkede bir Kürt sorunu olduğunu bu ülkenin dertleri olduğunu anlatmaya çalıştım. Öyle de devam ediyorum.
M.Haluk Yalçınkaya: Peki hocam Türkiye’deki sanatın yeri ve sanatın olmasını istediğiniz şekli nedir?
Reis Çelik: Türkiye’nin sanatla her zaman problemleri olmuştur. Bütün dünyada devletlerin sanatla problemleri olur ama Türkiye’nin başka bir problemi var çünkü devleti kuruluşundan bu yana yöneten erkler sanatın o ülkeye ne kattığı konusunda kafa yormak yerine sanat onları eleştirdiği zaman rahatsız oldukları için hep problem yaşandı. Oysa sanatın bir ülkeyi yaşatan temel öğe olduğunu tarihe bir kültür kalacaksa tarihe bir isim kalacaksa bir ülkenin bir topluluğun ismi tarihe sanattan başka türlü yazılamaz. Sanat üretiyorsa yazılır yoksa toplum yoktur. Biz geçmiş toplumların nesine bakarak hareket ediyoruz? Bıraktığı eserlere bakarak hareket ediyoruz. Bu bir bunu doğru kavramış bir devlet yapısına sahip değildik hiçbir zaman olmadık. İki bir ülkenin dünyada ki kendisini ifade etme ve kendi kültürünü politikasını stratejik olarak yaymasının da sanat üzerinden olabileceğini farkına varmadılar. Hala varmadılar. Oysa Amerikan sinemasına baktığın zaman Avrupa sinemasına ve diğer sinemalara baktığın zaman bütün kültürel taşımalarını özellikle sinema üzerinde yaptıklarını görürsünüz. Onun içinde Amerika Hollywood’un oluşması için dolaylı olarak en büyük desteği ona yapar. Dünyada çünkü onun malından tutun politikasına kadar her şeyi sinemayla dünyaya taşımıştır. Biz bunu henüz keşfedemedik yani biz bir türlü sadece politikacı eleştiri var mı diye bakıyor. Oysa sanat zaten eleştirmek demektir. Yani eleştirisi, yergisi olmayan sanat sanat değil ki aynı zaman da eğlendirir eğlendirirken düşündürür. Aynı zamanda ağlatır ağlatırken düşündürür. Aynı zamanda güldürür güldürürken düşündürür. Bakın Aziz Nesin’in eserlerinden tutun Kemal Sunal’ın İlyas Salman’ın oynadığı filmlere kadar hepsine bakın hepsinde mutlaka bir ülkeye ait bir derdi anlatır. Ama bunu gülerek anlatır, güldürerek anlatır veya da ağlatarak anlatır veya dram olarak anlatır. Sanat başka türlü ifade edilmez ki. Eğer sanat yağ çekmekse hâkim olanlara o zaman bunun adı da sanattır dalkavukluk olur. Dalkavukluk bir sanattır. Özellikle Osmanlı Dönemi’nde çıkar övgüler yapar, yüceltir, güldürür arada padişahı, paşayı, şeyhi över. O da bir eğlence sanatıdır ama sinema sanatı böyle bir şey değildir. Yoksa bu kadar pahalı bir sanatı neden yapalım ki.
M.Haluk Yalçınkaya: Hocam üçleme sinema projenizden bahseder misiniz?
Reis Çelik: Bu son çekeceğim film “Kör Gece” daha önce İlyas Salman ile küçük bir kızla çektiğimiz “Lal Gece” vardı. Lal gece bir gece ve bir mekân da geçen hikayesi var. Şimdi bunun ikincisi olan “Kör Gece” filmini çekeceğiz. O da bir gece de ve tek mekânda geçecek. 12 Eylül’de geçen bir hikâye anlatacağız. Daha sonra da “Sağır Gece”i anlatacağız. Yine tek mekân ve tek gece de geçecek.
M.Haluk Yalçınkaya: Peki Hocam senin üçlemenin genel formatı neden üçleme?
Reis Çelik: Yani gece üçlemesi. Aslında gece karanlıkta herkesin çekildiği kendimizle baş başa kaldığımız çözülmeler, aynaya bakmak gibi bir şeydir. Kendi içimiz hep gecemizdir, karanlığımızdır. Dışımızsa gündüze vurduğumuz yanımızdır. İçimizde ki karanlığı, geceyi çok kimse bilmez. Yüzleşmek. Yani ben daha çok sinemamla yüzleşmek üzerine kuruyorum. Eğer toplumlar ve bireyler kendi gerçekleriyle yüzleşmezse o toplum ve birey kendisini yenileyemez. Biz kendisiyle yüzleşmeyen bireyler topluluğu oluştururuz. Şimdiye kadar yaşadığımız hiçbir şeyle doğru düzgün yüzleşmedik. Solcular kendi yaşadıklarıyla yüzleşmedi. Sağcılar yüzleşmedi. Dinciler yüzleşmiyor. Yani hep kapatıyoruz. Namus meselesi yüzleşmiyoruz. Konuşalım bir şunu. Kimsenin cesareti yok konuşmaya. Anca bunu sanatla yapabiliriz.
M.Haluk Yalçınkaya: Hocam peki çoğu yönetmen üçleme filmler yapıyor. Bunu siz neye bağlıyorsunuz?
Ayrıca son zamanlarda bazı yönetmenler iki bölüm üç bölüm halinde seri filmler yapıyorlar,
Bu sene Yönetmen James Cameron 3 saatlik Avatar hazırladığını açıkladı.
Reis Çelik: Ticari sinema sinemaya çok farklı bakıyor. Bir filmi nasıl daha iyi pazarlayacağız diyor. Avatar çok uzun bir film. Bunu ikiye üçe böldüğü zaman çok daha büyük bir seyirci ve daha büyük bir gelir elde ediyor, çünkü o sistemi kurmuş o efektleri yapmış o animasyonları ortaya koymuş zaten o yatırımı yapmış oluyor yatırımın sonuna kadar en iyi nasıl kullanacak onu düşünüyor. Bazı filmler var biliyorsunuz yıllardır bitmeden usanmadan devam eder. Bizde de Recep İvedik filmi benzer bir şey yaşıyor. Benzer filmler var. Karakteri yaratıyor. Toplum karakteri seviyor, sinemaya gidiyor o zaman onu devam ettirmek çok ticari bir şey. eğlendiriyor. Millet de gidiyor demek ki ama bunu bu arada itiraf edeyim herkes çok eleştirir Recep İvedik’i ama ben eleştirmem çünkü bu topluma bir ayna tuttu ve kendisini gösterdi sen böyle bir toplumsun dedi. Onun için “Recep İvedik” bana çok politik gelir..
M.Haluk Yalçınkaya: Hocam Recep İvedik için Kemal Sunal’ın filmlerinin bir başka versiyonu diyorlar, Siz ne düşünüyorsunuz?
Reis Çelik: Yeni kuşakçılık işte bu, biraz küfürü güldürmeyi sanat olarak kabul ediyor tabi ama toplumu okuyor toplumun algılarına bakıyorsun ki toplum onu seviyor. Normalde baktığın zaman topluma sorduğun zaman “küfür günahtır” neyi günah ve yanlış kabul ediyorsak toplum daha çok onu yaptığını farkına vardı. Hırsızlık günahtır en çok hırsız bizde var. Küfür günahtır küfürsüz sohbetimiz yok.
M.Haluk Yalçınkaya: Peki yüzleşeceğine inanıyor musunuz ileri ki zamanlarda?
Reis Çelik: Mecbursun. Kurtlanan yapı kokar. Bir süre sonra dayanamazsın ve itiraf etmek zorunda kalırsın. Dünyanın en büyük gizli üç kağıtlarını, cinayetlerini işlemişlerdir bir süre sonra itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Çünkü taşıyamazlar içinde. İçinde yüzleşmeden taşıyan ve biriktirerek itiraf etmeden taşıyan toplum bunlar agresif toplumlar olmuşlardır. Bugünkü bizim toplumumuz gibi. Anında parlıyoruz. İnanılmaz parlıyoruz ve diyorsun ki sana selam verdim normal konuşacağın şeyi kavgayla konuşuyorsun. İşte bu kendisi içindekileri boşaltamamış bir toplumun deşarj etmemiş bir toplumun şeyi. O zaman yenileyemiyorsun kendini ve böylesine agresif bir toplum oluyorsun.
M.Haluk Yalçınkaya: Peki hocam sizin sinema çalışmalarınızın hepsi sanatsal çalışmalar birde Türkiye’de ana akım sinema var. O yüzden dijitaller var. Dijital platformlar çıktı. Yeni filmler çekiliyor. Bu konuyu Türkiye’deki sinemanın evirilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Reis Çelik: Bunlar süreçler yani yaşanacak olan süreçler. Dijital dünya inanılmaz bir şekilde gelişiyor. Ve bir bilgisayar çağına geçiyoruz. İnsanlar evinden her şeyi seyredebiliyorlar ama değişmeyen şeyler vardır. İnsanların bir araya gelme arzusunu değiştiremezsiniz. Bir süreliğine itelersiniz bir süre sonra İbrahim’in yaptığı gibi bir festival organize edelim der insanlar gelip şu filmi televizyondan izlemiştir ama yanındakiyle paylaşacak, konuşacak bir süreliğine de kayboluyor gibi gözükebilir ama asla ne tiyatro ne sinema asla kaybolmayacak. Çünkü insanların bir araya gelme arzusu çünkü insan sosyal bir varlık. Sadece kendini evde seyrederek tatmin edemiyor. Nasıldı film şöyleydi. Konuşmasan bile onların içinde nefes alma. Niçin camiler, kiliseler, futbol arenaları niye var? Başka türlü parayla da olabilir ama gidip orada kendisini insanların içinde ifade etme şansı buluyor.
M.Haluk Yalçınkaya: Şöyle bir haksızlık oluyor sektörel anlamda mesela hiç kimse konserlere yer bulamıyor. Bir sürü klip izleme olanağı var dijitali var ama konserler doluyor kimse bunu sorgulamıyor. Acaba YouTube konserleri öldürür mü demiyor ilk akla gelen acaba evde sinema izlemek sinemayı öldürür mü? Neden öldürsün.
Reis Çelik: YouTube’da dinleyemeyeceğin arkı mı var efendim. Niye gidiyorsun o zaman konsere? Bergen filmini beklerdik televizyonda da izlerdik. Ama altı milyon insan kalktı sinemalara gitti. Niçin camiye gidiyor insanlar? Evde kıl ibadet et. Beraber yapmak istiyor. Sosyal varlıksım çünkü. Başka bir bölüme geçersek bu dijital platformlarda neler oluyor? Ona bakmak lazım. Bakıyorsun bunlar Amerikan projeleri yani emperyal dünyada ki pazar ve algı operasyonlarında ki bu alanını topluyor. Ve dikkat et bütün filmleri kendileri organize ediyorlar kendileri müdahale ediyorlar ona göre filmler çekiliyor yani bir yönetmen kalkıpta Reis ben gideyim kendi istediğim şekilde bir film çekeyim sende Netflix al Netflix yanaşmıyor öyle bir şeye. Onun kendi bir politikası var. O politika da filmler üretilmesini istiyor. Ve algı operasyonları aynı zaman da ne yapıyor başka bir tehlike var ortada. Disney veya Netflix benzerleri geliyorlar Türkiye’de siz oyuncular tanınmış oyuncular tanınmış kameramanlar sanat yönetmenlerini topluyor kaç para kazanıyorsun diyorsun ki ben yılda 500 bin lira para kazanıyorum. Ben sana 5 milyon lira veriyorum diyor. Oynayacaksın veya oynamayacaksın 5 yıl bana bağlısın diyor. Ve fiyat yükseliyor. Kime zarar veriyor? O bağımsız sinema yapanlara, sanat yapanlara direkt onları kesiyor. Çünkü artık onlar ben daha önce haftalığı 10 milyona çalışan görüntü yönetmeni 30 milyon istiyor şimdi. Ve de istediğini alamıyorsun çünkü bağlanmış oraya. Oyuncular ya ben gideceğim eve star oyuncuyla film çekeceğim diyorsun.Türk star oyuncu, sana saygım sonsuz ama ben 10 yıl sözleşme yaptım diyor. Ticari olarak para kazanıyor. Hem daha ucuza ürettiği bir ülke buldu. Onun için para değil 500 bin liraya film çekmek 1 milyon dolara film çekmek bir şey değil. Biz garibanlar 150 bin dolara film çekiyoruz. O çektiği filmi Amerika’da üretse 10 katı harcıyor. Bir oradan götürüyor iki asıl politika yerinde tutuyor. Etkileme politikasını, yönlendirme politikasını elinde tutuyor.
M.Haluk Yalçınkaya: Hocam ben bir şey gözlemledim. Bu sene ben Cannes’a gittim. Orada bir pizzacıya girdim. Muhabbet ettik. Türk olduğumu söyledim. Türk dizi seyrediyorum dedi. Paramparça seyrediyormuş YouTube’dan. Şimdi bu bizim telif haklarımızın borçlarından mı kaynaklanıyor bu olay?
Reis Çelik: Yok, onlar satılıyor. Yani bugün dizi sahibi olan kişilerin örneğin Şükrü Avşar yıllık en az 500 bin dolar YouTube geliri var. YouTube bu konuda acayip disiplinli bir yer. Ben YouTube kanalını daha yeni kurdum. Artık filmlerim orada. Çünkü benim filmlere bakıyorum 1 milyon 5 milyon izlenmiş YouTube’da kim kazanmış belli değil. Biz uyumuşuz. Şimdi ben kurdum. Beni temsilen bir firma yavaş yavaş onları yönlendiriyor benim kanala.
Reis Çelik ile söyleşi yapmak bir zevkti. Bu arada hocamın yeni filmini merakla bekliyorum. İyi Seyirler.