Nâzım Hikmet, David Oistrakh ve kıskanmak
Nâzım Hikmet’in kendisi için, Siz kıskandığım biricik insansınız, üstat. diye seslendiği David Oistrakh, Türkçe bilen ve müziğe vâkıf okur tarafından, doğal olarak, onun sayesinde tanınmamıştır.
Rus keman okulunun en iyi temsilcisi ve Yirminci yüzyılın en önemli keman virtüözlerinden biri olduğu sıklıkla vurgulanan Oistrakh 1935 yılında, Mustafa Kemal Atatürk’ün daveti üzerine, bir grup Rus sanatçıyla Türkiye’ye gelmiş ve yirmiden fazla konser vermiştir.
Sözü edilen yıllarda aslında Türkiye ile eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında gergin siyasi ilişkiler yaşanmaktadır. Mustafa Kemal’in Oistrakh’ı, müzik özelinde sanattan istifade ederek gerginliği esnetmek için çağırdığı söylenebilirse de, Oistrakh’ın ve sanatçı arkadaşlarının gelişleri manzarayı değiştirmeye yetmemiştir.
Oistrakh’ın eserlerini profesyonelliğinden taviz vermeden icra ettiği, kompozitörlüğünün yanında kemanistliği de hatırı sayılır bir yerde duran Paul Hindemih de yolunu Türkiye’ye düşüren isimler arasındadır.
Oistrakh’ın sanatçı arkadaşlarıyla Türkiye’de konserler verdiği günlerde Bursa cezaevinde tutukluluğu devam eden Nâzım Hikmet’le kıskançlık arasında bir bağlantı kurulduğunda arzı endam edecek ilk isim, Oystrah demeyi tercih ettiği, aynı zamanda, orkestra şefi ve pedagog olan Oistrakh değildir. Kıskançlık onun hayatının merdivenidir ve bu merdivenin her basamağında karşılaştığı isimleri kıskanmaktan kendisini alamamıştır.
Kıskandığı ilk isim, annesine âşık olduğunu duyduğunda, bir tenhada kıstırıp dövmeyi istediği ama bu fiile yeltenmediği, ona şiir zevki aşılayan Yahya Kemal Beyatlı’dır ve bu kıskançlık Yahya Kemal, evlerine uğramaktan vazgeçince perdesini kapatır.
Milliyetçi ve mutaassıp yörüngede ilerlemekten Sovyet Rusya’ya kapağı attığında da taviz vermeyen, Turgut Uyar’ın yerinde tespitiyle Mayakovski’yle tanışınca sanıldığının aksine şiirinin yönünü değiştirmeyen Nâzım Hikmet’in kıskançlık merdiveninin ikinci basamağında Mayakovski vardır ama bu aşamada imrenme ile kıskançlık arasında mekik dokumaktadır.
Şiir geleneğini altüst ve tersyüz ettiği için, kendi canından bile olsa, bir kaşık suda boğmaktan çekinmeyeceğini söylediği Orhan Veli Kanık’la ilişkisinde kıskançlık kontrolden çıkmıştır.
Görüldüğü üzere Nâzım Hikmet, geleneğe müdahale söz konusu olduğunda zıvanadan çıkmaktan kendisini alamamaktadır.
Şiiri hakkında eli yüzü düzgün cümlelerin; Turgut Uyar, Bedrettin Cömert ve Orhan Koçak tarafından kurulduğu Nâzım Hikmet’in komünizmi de gelenekçidir. Bu yüzden, nefes almak düşüncesiyle gittiği Sovyet Rusya’da nefesi tıkanmış ve orada selam sabahı eksik etmediği insanlar, onun milliyetçi ve mutaassıp olduğu düşüncesinde birleşmişlerdir.
Atom bombasının atılması nedeniyle trajedi yaşayan Hiroşima’yı ve Türkiye dışında birçok yeri dizelerine taşıdığı için enternasyonal bir söylem geliştirdiği söylenmişse de sözü edilen cümleler yakın okumaya tâbi tutulduğunda bu söylemin de arka planında geleneğe bağlılığın uç verdiği hatta dallanıp budaklandığı görülebilecektir.
Türkçeye Bilmesinlercilik şeklinde aktarılan obskürantizm, hem Nâzım Hikmet’in hem de onu idrak ettiklerini sananların can yeleğidir ve bu yeleği, bulunduğu yere hak etmeden gelen Zülfü Livaneli dâhil birçok isim bedenlerine uydurmak için âdeta yarışmışlardır.
Dedesi Nâzım Paşa’nın rahle-i tedrisinden geçtiğini unutmadan ulus-devletin inşa sürecine ve sonrasına eklemlenen, onu dinleyen bir kadını bahtiyar ettiğini duyduğu için David Oistrakh’ı kıskanan Nâzım Hikmet, artık, adına kültür merkezleri inşa eden belediye başkanlarının ve kültür müdürlerinin yağma araçlarından birisidir ve böyle olmaktan kurtulamaması, onu yağma aracı olarak gören herkesin işine gelmektedir.