“Kontrollü korku konforu”

“Kontrollü korku konforu”
18.04.2025
A+
A-

Korku duygusu, insan davranışları ve psikolojisi üzerinde derin etkiler yaratan temel bir duygudur. Biz de bu evrensel duygunun zihinsel süreçlerdeki yerini ve etkilerini değerlendirmek üzere Uzman Psikolog Ezgi Karadeniz ile bir röportaj gerçekleştirdik…

SEMA NUR ÇİNAR / RÖPORTAJ

  1. Öncelikle bu röportaj için sizlere teşekkür ederek başlamak istiyorum. Okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtmak ister misiniz?

Merhaba, ben Uzman Psikolog Ezgi Karadeniz. Ankara Üniversitesi’nde lisan eğitimimi, Başkent Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım. Şu anda Uludağ Üniversitesi’nde doktor eğitimime devam ediyorum. Psikoloji süren bir bilim, biz de ona yetişmek için elimizden geleni yapıyoruz.

  1. Korku kavramının ortaya çıkış tarihçesi hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Korku kavramı insanlık tarihi kadar eski bir duygu. Çünkü içgüdüsel olarak insanın hayatta kalması için korkması gerekiyor. Tarihsel açıdan baktığımızda dönem dönem bu korku şekilleniyor ve farklılaşıyor.  İlk olarak insanlar korkuyu vahşi hayvanlardan ve doğal afetlerden korunma olarak kullanmışlar. Antik Çağ’da ise korku kavramı tanrılara genellenmiş. Üzerinde ne yapacaklarını bilemedikleri için böyle bir duygu yerleşmiş.

Ortaçağ’da korku, dinlerin biraz daha gelişmesiyle birlikte dini bir bağlama kaymış ve dinden korkuya doğru yönelmiş. 18.-19. yüzyıllarda özellikle aydınlanma sonrasında felsefenin ve edebiyatın gelişmesiyle birlikte korku kavramı bir duygu olarak ortaya çıkıyor, edebiyat ve felsefe ile harmanlanıyor. İnsanların en çok duyduğu ‘Evet, böyle bir şey varmış…’ dediği nokta buradan başlıyor.

Modern psikolojiye baktığımız zaman özellikle Freud ve sonraki kuramcılarda biraz bilinç dışıyla ve travmatik deneyimlerle karşımıza çıkıyor. Travmatik deneyimler, bilinç dışı unsurlar bize korku duygusunu daha çok entegre ediyor diyebiliriz.

Modern psikolojiden günümüze baktığımızda çok kapsamlı şekilde korkuyu ele alıyoruz. Hem biyolojik hem de psikolojik yönlerine bakıldığında bireyin içsel çatışmalarını, travmatik deneyimlerini, çevresel koşullarını bir bütün olarak kavrayan duygu olarak karşımıza çıkıyor.

Tarihsel sürece baktığımızda korku insanlık tarihinin başında yangın, doğal afet, vahşi hayvanlar gibi içgüdüsel şeylerden kaçınmak için, hayatta kalmak için olan bir duyguyken bugüne bakıldığında daha fazla anlamlandırılıyor, işleniyor, anlaşılır hale geliyor. Edebiyat ve düşünürler işin içine girdiğinde gerçek anlamda mana kazanıyor.

  1. “İnsan iki tip korkuyla doğar, bunlar düşme ve yüksek ses korkusudur.”

Sonradan edinilen korkuların var olma süreçleri nasıl gerçekleşir?

Doğduğumuz andan itibaren var olan korkularımız bir de sonradan öğrendiğimiz korkular var. Öncelikle doğuştan gelen korkulara değinmek istiyorum. Psikoloji bunu hem evrimsel açıdan hem de gelişim psikolojisi açısından inceliyor.

Evrimsel açıdan baktığımız zaman hayatta kalma üzerine izler görüyoruz. Örneğin düşme korkusu riskli bir süreç, insan düşerse yaralanacağı veya hayatını kaybedeceği için böyle bir korkuyla dünyaya geldiği söylenir. Sonuç olarak altında yatan sebep yine kendini korumak ve hayatta kalabilmek…

Aynı şekilde yüksek sesler de genelde tehlike işaretidir. Önceki zamanları düşündüğümüzde mesela yıldırım sesi, yırtıcı hayvanların sesi bir tehlike unsurudur. Aslında bunlar bizim temelimizde olan duygulardır.

Bununla ilgili bebeklerle yapılan deneyler var. Görsel efekt kullanılarak cam tavanlı uçurum görüntüsü yaratılıyor. 6 aylık bebekler o camın üzerine olmaktan tedirginlik duyuyor. Bu durum bizim doğuştan gelen korkularımız olarak açığa çıkıyor. Genellikle bebeklerde ilk 3 ay gibi gördüğümüz düşme tehlikesi ya da yüksek sesle karşılaştıklarında ellerinin ayaklarının açıldığı irkilme tepkisi oluyor. Bunlar doğuştan gelen korkularımız.  Sonradan edindiğimiz korkularda çok yaygın olanlar, karanlık, yalnız kalma, kapalı alan, sosyal değerlendirilme, günümüzde sınav korkusu, bu korkular artık bizim bir şekilde dünyamıza yerleşiyor.

*Peki, nasıl yerleşiyor? Travma sonucu olabilir mi?

Deneyimle edinilen travmatik etkiler mümkün. Olumsuz yaşantılar bir şekilde bundan kaçınmamız gerektiğini söylüyor ve böylece korku oluşabiliyor. Örneğin bir anne-baba kediden köpekten çok yüksek tepkiyle kaçıyorsa çocukta bunu rol model alıyor.

Tabii bir de klasik koşullanma ve elimsel koşullanma dediğimiz şeyler var. Mesela yüksek sesle gelen korkutucu bir uyaran duyarız, beyin onu işler ve sonrasında her o sesi duyduğunda bir korku hissetmesine sebep olur. Bunun gibi sonradan öğrenilen korkularımız mevcut.

  1. Birinin korku sınırları, onun nesini ‘imler’?

Korku sınırları oldukça geniş bir kavram olmakla beraber bireyden bireye değişkenlik gösterebilir. Her insanın her şeye karşı korkusu olmuyor ya da aslında korku duyulması beklenen şeylere bazı insanların tepkisine sebep olmuyor. Orada biraz kişinin benlik yapısı, güvenlik algısı, esnekliği, travmatik yaşantıları hatta bazen değerleri ve bağlanma sorunları da etkili oluyor bizim için.

 

*Buradan yola çıkarak kişinin korktuğu konuya göre karakteri hakkında bilgi edinmemiz mümkün mü?

Doğrudan bir bilgidense dolaylı yoldan bilgi edinmemiz mümkün. Örneğin verdiği değerler konusuna bakacak olursak bir insan başarıya çok fazla değer veriyordur ve bu durum başarı korkusu oluşturabilir… Çünkü onu kaybetmek istemez ve başarıyı her zaman elinde tutmak ister. Ya da terk edilme korkusu olan birinin geçmişine dönüp bakmak gerekir. Bağlanmayla ilgili herhangi bir problem yaşamış mı? Rol model ebeveynlerle ve bakım verenlerle ilgili olabilir. Bu sebeple kişiliğini doğrudan olmasa da dolaylı olarak bize anlatabilir.

  1. En ilginç fobiler nelerdir, nasıl ortaya çıkar ve tedavi süreci nasıl işler?

Fobi genellikle belli bir nesneye, duruma ya da canlıya karşı duyulan yoğun mantık dışı ve kaçınma davranışıyla seyreden bir durumdur. Çok klasik bildiğimiz fobiler: “Yüksekten, uçaktan ve kapalı alandan korkma.” Bunlar daha kabul edilebilir ve toplum olarak normalleşmiş fobilerdir. Çok daha farklı fobiler de var, örneğin sarı renkten korkma. Bunları detaylı çalışmak önemli. Ne oluyor da sarı renkten korkulan bir durumun içine giriyoruz? Burada yine biraz küçüklüğe, geçmişe bakmak gerekir. Neden kırmızı değil de sarı? Danışan gelir ve der ki; “Ben sarı renkten korkuyorum,  sarı renk görünce kafamı çevirmeye, kaçınmaya ihtiyaç duyuyorum.”  Orada geçmişinde bu sarı renkle ilgili herhangi bir olay yaşanmış mı? Çok küçükken bir böcek sarıdır ve üstüne atlamıştır sonrasında kişi bunu bilinçaltına kaydetmiş olabilir.

Diğer örneklere bakacak olursak, banyo yapmaktan , sudan korkan kişiler var. Burada da travmatik bir banyo deneyimi var mı? Zorla banyoya sokulmuş mu? Ağlarken saatlerce banyoda kalmış mı? Gibi soruların cevaplarını aramak gerekir. Günün sonunda bu ve bunun gibi bin bir çeşit fobiyi tek tek incelemek gerekir. Bazen komik gibi de görünüyor, bundan da korkulur mu dediğimiz şeyler oluyor. İnsan mekanizmasının altında bunun temel sebebini üç başlık altında toplayabiliriz.

  • Klasik koşullanma
  • Edimsel koşullanma
  • Çevresel yolla öğrenme
  1. Neden korku filmlerini izlenir?

Büyük bir korku filmi sektörü var, oldukçada seveni var. Bu tür filmleri izlenmesindeki temel unsur kontrollü korkunun verdiği konfordur. Yani izleyici aslında kendine güvenli bir tehlike alanı yaratmış olur.  Bu filmler izlenirken yoğun olarak adrenalin ve dopamin salgılanır. “Evet, bu izlediğimden korkuyorum ama hiçbir şey olmayacak” der insan kendine. Film bittiğinde kişi güvenli ortamında, her şeyin yolunda olduğunu bilir. Güvence altındadır ama kontrollü korkuya da ihtiyaç duyar.  Özellikle adrenalin ve dopamin salgısı ele alındığında ekstrem sporlarda da aynı benzer duygu ve ihtiyaçlarla karşılaşırız.

Korku filmlerinin bir diğer özelliği de sosyal bağ da kurdurmasıdır. Özellikle ergenler ve genç yetişkinler arasında “Ben bunu izledim, sen izleyebildin mi ?” gibi güç göstergesi haline dönüşebilmektedir. Bu ortak deneyim onlara iyi hissettiriyor olabilir…

Başlangıçta kulağa ironik gelse de korku filmi izleme sevdası “Gerçek hayatın korkularından kaçış” şeklinde de karşımıza çıkabilir. Kişi günlük hayatındaki korkularıyla baş edemediği zaman sanal bir ortamda baş edebileceği korku arayışına girer.  “Filmlerde baş edebileceğim bir korku olabilir çünkü biteceğini bilirim, güvenli alanımda olduğumu bilirim ve bununla mücadele edebileceğimi bilirim.” İronik ama işlevseldir. Aslında çok güçlü bir zemine dayanıyor bence bu soru. Neden korku filmi izlerim…

*Korku tedavisinde başka uzmanlık dalları var mı?

Korku ve fobi konusuna multidispliner bir yaklaşım olarak bakmak gerekir. Çünkü beynimizde duygularımızı yöneten bir alan var. Amigdala’da herhangi bir problemimiz var mı? Buna bakmak gerekir. Eğer psikologla çözümlenemeyen bir durum varsa veya korkular o kadar yoğunlaşmıştır ki kişinin işlevsel yaşamını bozmaya gidiyordur o zaman bir psikiyatristten destek almamız gerekebilir.

Biraz ilaç tedavisiyle duruma göre bastırıp sonrasında biliş normal düzeye getirip sonrasında çalışabilmek adına bu yol izlenebilir. Bazen çocuklar yüksek ses dolayısıyla herhangi bir şeye dokunmaya karşı korku yaşayabiliyor. Orada ergoterapi ve duygu bütünlemeden yardım alıyoruz. Bu gibi durumlarda sanat terapileri oldukça işlevseldir. Korkularla yüzleşmek,  bilinç dışından bilinç düzeyine getirmek  ve drama çalışmalarıyla bunları ortaya çıkarmak önemlidir. Psikolojinin temelinde şu var, korku nedir öncelikle onu anlayabilmek, bir bilinç düzeyine getirebilmek, bunun aslında ona zarar vermeyeceğini fark ettirmek önemli.

Özellikle travmatik deneyimler sonucu oluşan korkularda EMDR kullanılıyor. Oldukça iyi çalışan bir teknik. Onun dışında bu maruz bırakma başlı başına çalışılabilen bir konu olabiliyor. Bizim terapilerde yaptığımız şey danışanın biraz bunun farkına varmasını sağlayıp bu korkunun bizim hayatımız için işlevsiz olduğunu anlatabilmek oluyor. O sebeple diğer alanlardan da bu konuda sıklıkla destek alıyoruz.

Tripofobi üzerinde birbirine yakın delikler bulunan nesnelerden aşırı korkma, iğrenme, rahatsızlık duyma ve bu nesneler nedeniyle aşırı stres hissetme durumu tripofobi olarak adlandırılır. Delikli nesneler fobisinde şunu çok duyarız, çocuklar mazgallara düşmekten çok korkarlar. Ayakları küçüktür, eski mazgallar daha büyüktür geçmişte böyle bir travmatik deneyimi olabilir. Ayağı sıkışmıştır, sendelemiştir, geçerken korkmuştur ama ebeveyni önemsemeyip üzerinden yürütmüştür, bu sebeple bile oluşmuş olabilir. Yine yaşanmış bir durum sonucu olarak karşımıza çıkar. Korkularımızın ve fobilerimizin ortaya çıkmasının temelinde genetik faktörlerde etkilidir. Stres seviyesi yüksek olan, bilişsel esnekliği düşük olan insanlarda fobiler daha kolay ortaya çıkabilir. Ama bununla birlikte çevresel bazı unsurlarında bu fobileri tetiklediği ve ortaya çıkardığını biliyoruz.

Korkular ve fobiler toplum içinde küçümsenen ve aslında destek alınmaktan kaçınılan bir konudur. Çünkü danışan terapiye benim fobim var diye gelince yakın çevresi tarafından alay konusu olabiliyor. “Bunun için psikoloğa mı gidilir?” sorusuyla karşı karşıya kalan birçok insan var. Toplum içinde fobi konusu değersizleştiriliyor ve küçümseniyor. Ama günün sonunda şuna bakmak gerekir; “Bu durum bireyin işlevselliğini bozuyorsa, günlük hayatına devam etmeyi zorlaştırıyorsa, stres yaratıyorsa (Stres yarattığı koşullarda hayatın genel akışında stres yatkınlık modeli dediğimiz farklı şeylere sebebiyet veriyor) bir yerden sonra farklı hastalıkları ortaya çıkarıyor. Hem bedensel hem psikolojik olarak her ikisi için de geçerli. O yüzden bu gibi durumlar küçümsenmemeli. Böyle bir durumda işlevsellik bozuluyorsa mutlaka destek alınmalı.

 

 

 

ETİKETLER: , ,
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.