İşte hayat ve kadının adı yok
Geçen hafta, sözümona gazeteci Yılmaz Özdil’le, kurgulandığı her hâlinden belli, sataşarak, tansiyon yükselterek had bildirme oyunu oynama perdesini aralayan, daha doğrusu aralamakla yetinen, bu hareketiyle amacına ulaştığını düşünen, sözümonalık bağlamında Özdil’den farklı bir yerde durmayan Uğur Dündar, 1976 yılında Yeşilçam’a davet edilmiştir. Dündar’ın kendisini oynadığı, İşte Hayat adını taşıyan sinema filmine başkaları eklenmemiştir çünkü hem Dündar, gazeteciliği oyunculuk için elinin tersiyle itecek meziyet ve yetenekte bir isim değildir, hem de bu yapımda, mesajın yerine ulaştırıldığı, taşın gediğe tam anlamıyla oturtulduğu düşünülmüştür.
Atıf Yılmaz’ın 1975 yılında, Gülşah Film’in sahibi Selim Soydan tarafından finanse edilerek, Umur Bugay’ın senaryosundan hareketle çektiği bu sinema filminde Dündar’a; Hülya Koçyiğit, Adile Naşit ve İhsan Yüce eşlik etmişlerdir.
İşte Hayat, sadece Dündar’ı, bir sinema filminde kamera önünde arz-ı endam ettirmesiyle ön plana çıkmamaktadır. Hikâyesindeki, annesinin zoruyla oyunculuğa yönlendirilen kadın karakteri oynayan Koçyiğit’in eski futbolcu eşinin, bu sinema filminin yapımcısı olması, onun bir proje işi olduğunu ve Bugay’ın hazır malzemeyi yönetmenine teslim ettiğini gözler önüne sermektedir.
İşte Hayat, sanıldığı gibi Koçyiğit ile Dündar değil, Naşit ve Yüce’nin kendilerine ödül de getiren, gökten zembille inmemiş oyunculuk hatta sanatçılıkları sayesinde izlenebilen bir sinema filmidir.
Dündar’ın, gazetecilik yanında televizyonculuk merdivenlerini ışık hızıyla çıkmasını kolaylaştıran bu sinema filmini çeken Yılmaz, Türkiye’deki sinema tarihini klişeyi un ufak etme gereği hissetmeden yazan isimlerce Bireysel ve Toplumsal Sorunlara Duyarlı Bir Yönetmen olarak konumlandırılır. Bu vurgu hem yanlış, hem de eksiktir. Zira Türkiye’de birey değil, kişi, toplum değil, halk vardır ve Yılmaz’ın duyarlılığı, zaten bilinen sorunları elitist kaygılardan uzak durmadan hatırlatmakla sınırlıdır.
Edebiyat eserlerinden diğer yönetmenlere göre daha fazla istifade eden Yılmaz’ın vasatın üstüne çıkmayı başarmış işleri de, hem roman ve hikâye uyarlamaları hem de uyarlama olduğu izlenimini uyandıran senaryolardır.
İşte Hayat’ı, Duygu Asena’nın sözümona romanından uyarlanan Kadının Adı Yok’un arketipi olarak görmek mümkündür çünkü ikisinde de merkeze oturtulan gazetecidir ve bu iki gazetecinin ortak özelliği, varlıklarını Aydın Doğan’a borçlu olmalardır.
Dündar, İşte Hayat’tan yıllar sonra, Doğan’ın kurduğu Kanal D’de Arena adını verdiği gazetecilik etiğini yerlerde süründüren bir programı hazırlamış ve sunmuş, bu programda, birçok sorunun üzerine güya gitmiş ama söz, patronunun kirli çamaşırlarını sergilemekten açıldığında yan çizmeyi ihmal etmemiştir.
İşte Hayat’ın Dündar’ı kadınların yaşadıkları sorunlara âdet yerini bulsun diye duyarlıdır. O duyarlılık, yıllar öncesinden Asena’yı müjdelemiştir ve Asena’nın kitabını okumakla birlikte; Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Leyla Erbil, Sevim Burak, Nezihe Muhiddin gibi kıymetlilerden bihaber olanlar onun milat olduğunu düşünmüşler ve yanına Dündar’ı eklemişlerdir.
Yılmaz’ın sinematografisinin olabildiğince zayıf halkaları konumundaki İşte Hayat ve Kadının Adı Yok, Türkiye’ye özgü oligarşiyle birlikte patrimonyal devlet anlayışının sırtını sıvazlayan ve sıvazlatan yapımlardır.
Dündar’ı Özdil’le bir kurguda buluşturan da aslında İşte Hayat çekildiğinden beri itibarı sarsılmayan aksine, kendisini Toplumcu, Muhalif olarak servis edenlerin methiyelerinin odağındaki oligarşi ve patrimonyal devlet anlayışıdır.
Aradan; yıllar, aylar değil, haftalar geçmeden, başka kurgular gündemi ziyadesiyle işgal edebilecektir çünkü Türkiye’de, birey olma derdiyle yanıp tutuşmayan insanlar kurguyu gerçeğin ta kendisi gibi görüp bağırlarına basmak için her daim alesta beklemektedirler.