Feride Hanım
Muhalefetini varolagelenparadigmanın, içinde veya dışında durarak olgunlaştıran isimlerle Edebiyat Tarihi’nin tanışıklığını son yıllarla sınırlandırmak mümkün değildir. Böyle bir faaliyete girişenler, muhalefeti, Modern veya Postmodern zamanların biricik unsuru olarak konumlandırdıkları ve bu konuda geniş bir dağarcıktan söz edilebileceği halde, Osmanlı İmparatorluğu’nun muhalefetten hiçbir zaman nasiplenemediğini düşündükleri için muhalefetin tarihini asırlar öncesine kadar uzatamamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda varolagelenparadigma, şer’i hukuk bağlamında da son söz padişahta olsa da hiç kuşkusuz İslam dinidir ve imparatorluğun dinden sorumlu uleması, birkaç örnek dışta bırakılırsa bu dini, özünde böyle bir durum sözkonusu olmadığı halde Ortodokslaştırmıştır. Aynı ulema, yine özünde böyle bir özellik taşımadığı halde dinin kadını aşağılamak gibi bir misyonunun olduğunu belleklere kazımaya çalışmıştır.1837-1903 tarihleri arasında yaşayan Baharzade Feride Hanım, bu kazıma fiilini önlemeye çalışan isimlerden birisidir. Feride Hanım’ın girişiminin hakkı, Ortodoksluk, Edebiyat Tarihi’ne de sirayet ettiği için bugüne kadar teslim edilememiştir.
Kastamonu ulemasından BaharzadeHammamiReşid Efendi’nin kızı olarak bu şehirde dünyaya gelen Feride Hanım, “zade” olarak anıldığı halde bu sıfatı onaylamayan bir dünya görüşünün izini sürmüştür.
“Zade”, sadece kalburüstünde bulunan bir sınıftan söz edilirken devreye giren bir tabir değildir. Bu tabir aynı zamanda erkek çocuk için de kullanılmaktadır. Bir erkek çocuğa sahip olacağı hayalini kuran Reşid Efendi, bir kızı olduğu halde, döneminin elitlerinden farklı bir yerde durmayarak erkek gibi yetiştirmek istediği için onu “zade” olarak görmüştür. Edebiyat Tarihi; hemen her unsurda olduğu gibi tabirleri ele alırken de analitik süzgeç kullanma hasletini kazanamadığı için Feride Hanım’ı “zade”likten uzaklaştırmayarak tanıtmıştır. Oysa hem elitist kaygılar gütmediği, hem de erkekleşme tuzağına düşmediği için ona “zade” sıfatını yakıştırmak mümkün değildir.
Zeynep Hatun gibi erkek dilinden istifade eden şairleri tanıtırken sıkıntı yaşamayan Edebiyat Tarihi, kendi içinde bir tasfiye yaşayamadığı ve disiplinler-arası ilişkilere izin vermediği için Feride Hanım gibi şairleri tanıtırken, kördüğümden kurtulamayan yorumların esiri olmuştur.
Hattatlığın erkeklere özgü bir alan olduğu düşünülmüştür. Bu alanda söz sahibi olanlar sıralanırken kadınlar saf dışında bırakılmışlardır. Kendi, erkekleşmemiş üslubunu bu sanat dalına yediren Feride Hanım’ın yaşadığı dönemde dışlanması yetmiyormuş gibi, Edebiyat Tarihi, bu sanat dalı ile bağ kuramadığı için yaşadığı dönemin mantığını onaylamıştır.
Bu onay din konusunda da geçerlidir. Şiirlerinde Muhammediye’ye özel bir yer ayıran Feride Hanım’ın hat sanatının inceliklerini Kur’an için kullanması yadırganmıştır. Edebiyat Tarihi ise bu fiili desteklemekten kendisini alamayarak onayın altını bir kez daha çizmiştir.
İstanbul’a da yolunu düşüren ancak orada fazla kalmayarak Kastamonu’ya dönen ve ömrünün sonuna kadar, dünyaya geldiği şehirde kalan Feride Hanım’ın, varolagelenparadigma içinden farklı olan sesini yükseltmesi Edebiyat Tarihi’ne rağmen unutulmamasına yardımcı olmuştur.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini yaşayan şair hemcinslerinin de farklı olan seslerini yükseltmek, Edebiyat Tarihi görmezden gelse de, kördüğümden kurtulamayan yorumlara esir etse de asırlar sonra hatırlanmak gibi bir dertleri varsa; öncelikle, bugün “eril dil” adını almış olan paradigmaya karşı, refleksif olmayan, anı kurtarmayan muhalefeti, onun içinde durarak olgunlaştırmaları gerekmektedir.
Aksi halde eril dile dışarıdan geliştirilecek her türlü muhalefet bumerang gibi geriye dönecek, geliştirilen muhalefeti de etkisizleştirecektir.