Erdem Topuz
1 Mayıs 1970 tarihinde, kırk dokuz yaşında, kendisini Seine nehrine bırakarak hayatını sonlandıran, Corona dâhil olmak üzere birçok kavramı dizelerine taşıyan Paul Celan’ın, günü gelip de, Türkiye’de bir müzisyenin, coronavirüs salgınına karşı alınan tedbirler kapsamında uygulanan kısıtlamalar yüzünden geçim sıkıntısına sürükleneceğini ve kendisi gibi, intiharı tercih edeceğini tahmin edebileceğini vurgulamak mümkündür çünkü İngeborgBachmann’ınhâldaşı, yoldaşı olan Celan, eserlerini sadece dönemine ayna tutması değil, yıllar sonrasının ışıldağı olması için kaleme almıştır.
Zamanıdır, zamanı gelmenin/Artık zamanıdır dizeleriyle sona eren Corona, zamanın nabzını tutan ve ona nabız olanın, yine günü gelip de zamanı durduracağını anlatmak istemiştir.
Sonsuzluğa 1 Şubat 2021 tarihinde uğurlanan Erdem Topuz, zamanı durdurarak Celan’ın hislerine yıllar sonra Türkiye’de tercüman olmuştur.
Enstrümanı ona zamanın akıp gitmek gibi bir özelliği olduğunu anlata anlata bitirememesine rağmen, Topuz’un zamanı durdurmak istemesi, bencillikle özdeşleştirilemez çünkü Topuz, bu hareketiyle aslında, enstrümanıyla, zamanın kendisi olmaya nakışlandığını belgelemiştir.
Hayatın eve sığdığını söyleyenlere karşı, onun ev şöyle dursun, kendisine bile sığmadığını, sığamayacağını, intiharı tercih ederek gözler önüne sermesi Topuz’un değil, hayata nokta belirlemeye çalışanların sorgulanmasını gerektirir çünkü onlar, sözü edilen ifadeyi, bencilliklerini her göze sokmak için dillerine dolarlarken Topuz, bencilliğin tozlu raftaki yerini artık alması temennisiyle hayatına son vermiştir.
Karnının tokluğundan, sırtının pekliğinden taviz vermeyen, Theodor W. Adorno’nun vurgusuyla Yanlış hayatı doğru yaşayan,Topuz’un girişimini layıkıyla konumlandıramaz. Yanlış hayatı doğru yaşayan, imza attığının sanat olduğunu söylese de kimseyi kendisine inandıramaz. O; hakiki, samimi ve hakkaniyetli olmayı önemsemeyen bir fiilin peşindedir ve bu fiil onu, kodlarının neoliberal söylem tarafından çözüldüğü sanat olmayan bir sanatın hizmetçisi olmaktan kurtaramaz. Ona, hayatın eve sığdığını söyleten de aslında bu hizmetçidir.
Bu hizmetçi, ona aynı zamanda lümpenlikleelitizm arasında mekik dokumayı da öğrettiği için, sanat olmayan sanat, montelenme derdiyle yanıp tutuşmak istemiştir. Topuz da, bu derdin, insanda, sadece simülasyon ve manipülasyon biriktirmekten başka bir işe yaramayacağını bildiği için Celan’ınizini takip etmiştir.
İzi takip edilen bir başka isim de doğal olarak Bachmann ve onun söylemini derinleştiren Umberto Eco’dur.
Bilindiği gibi Bachmann, faşizmin iki insan arasındaki ilişkide başladığını söylemiş, Eco da faşizmin beyinde bir ur olarak varlığını kabul ettirdiğinin altını çizmiştir.
Hayatın eve sığdığına yönelik incilerini, ellerinde sımsıkı tuttukları enstrümanlarıyla dizenler, beyinlerindeki ura teslim oldukları için başka bir sayfa açamamışlar, daha doğrusu açmak istememişler, Topuz da sayfaları yıpranan bu defterin artık defter olma işlevini yitirdiğini hatırlatmıştır.
Sadece yeri geldiğinde değil, gelmediğinde de defter dürebilme cesareti olan Erdem Topuz’la hasbihâl eyleyebilecektir.
Dürülmeyi arzulayan defterin kırışıklıklarını gidermeye çalışan işgüzarın payına da doğal olarak sadece kekemelik düşecektir.