ÇAĞIMIZIN SORUNU: OBEZİTE
HIDIRCAN KAYA/ÖZEL HABER
Obezitenin nedenlerini ve çözüm yollarını aktaran Aktif Hayat Tıp Merkezi’nde görevli Diyetisyen Selime Aladağ, en önemli sorunun hareketsizlik olduğunu ifade etti.
Çağımızın en büyük sorunlarından olan obezite, son yıllarda dünyada ve Türkiye’de giderek artıyor. Düzensiz beslenme, hareketsizlik ve fastfood kültürünün artması, en büyük nedenler arasında yer alıyor. 2008 yılında Türkiye’deki obezite oranı yüzde 15.2 iken 2022 yılında bu oran yüzde 20.2’ye yükselmiştir. İnsanoğlunu tehdit eden obezite, birçok hastalığın da habercisi konumunda. Konuya ilişkin bilgi aldığımız Aktif Hayat Tıp Merkezi’nde görevli Diyetisyen Selime Aladağ, obezite konusunun çocukluk çağından itibaren başladığını vurguladı. Yemek yeme alışkanlıkları başta olmak üzere abur cubur tüketimine kadar birçok konuya değinen Aladağ, “Obezite konusunu çocukluktan itibaren düşünebiliriz. Çünkü çocukluk çağı obezitesi de çok ciddi oranda arttı. Televizyon karşısında yeme-içme, ebeveynlerin çalışması bu duruma örnek gösterilebilir. Durum böyle olunca çocukları hem fastfooda hem de televizyon ve bilgisayar karşısında yemeye itebiliyorsunuz. Aslında yetişkinlerde de durum benzerlik gösteriyor. Çalışma saatlerinin uzun olması, evde yemek yememe, yeme vakitlerinin geç vakitlere kayması -ki en önemli etken bu-. Geç vakitlerde yediğimiz her şey vücuda yağ olarak geri dönüyor. Fastfood kültürü çok yaygınlaştı. Kolay ve hazır yemek çalışanların tercih ettiği bir yöntem. Bundan kaynaklı obeziteye itildi. Metabolik olaylardan da bahsedebiliriz. İnsülin direnci çok yaygınlaştı. İnsülin direnci sadece genetik yatkınlıkla düşünülmeyebilir. Düzensiz yemeler de insülin direncine sebep olabiliyor. İlerleyen boyutta kan yağlarının yükselmesi, kolestrolün artması gibi tabloyla karşılaştıktan sonra obeziteye yakalanma riski artıyor” açıklamasında bulundu.
“OBEZİTEYLE MÜCADELE SAĞLIKLI BESLENME İLE MÜMKÜN”
Obeziteyle mücadelenin sağlıklı beslenme ile olacağını söyleyen Aladağ, “Birey normal kilosunda olsa da 6 ayda bir ya da yılda bir diyetisyen kontrolünden geçmeli. Ayrıca dahiliyeye de gitmeli. Çünkü obezite sadece yeme içme ile alakalı bir durum da değil. Bunun altında metabolik bir hastalık da yatabilir. İnsülin direnci, şeker, diyabet gibi bir şey de olabilir. Buna bakılmalı. Mevcut beslenme alışkanlıkları değerlendirilmeli. Hatalı olan çok nokta buluyoruz, sağlıklı beslendiklerini iddia etmelerine rağmen. Bunun dışında çocuklar da rutin kontrolden geçirilmeli. Aile sağlığı merkezleri ya da toplum sağlığı merkezlerine gidilebilir. Aile hekimine gidildiğinde senin verilerine baktığı zaman yönlendirme yapabiliyor. Onların da yönlendirmesiyle diyetisyen kontrolünden geçilebilir. Fiziksel aktivite artırılabilir. Organların çalışması için yarım saat gerekiyor ama kilo vermek istiyorsak 1-1 buçuk saat lazım” dedi.
“EN ÖNEMLİSİ SU TÜKETİMİ”
Su içmenin öneminden bahseden Selime Aladağ, en az yürüyüş ve diyet kadar önemli olduğunu vurguladı. Aladağ, “Su içme alışkanlığı zaten çok önemli. Türkiye’de hiç yok gibi bir şey. Su tüketimi mutlaka artırılmalı. Beslenme saatleri çok önemli. Çok yayılmış saatler var. Sabah 9’da kahvaltıyla başlıyoruz ve akşam 12’ye kadar yeme düzeni devam ediyor. En geç 7-8 gibi son öğünü bitirip sonrasında yemek yememe çok önemli. Yeme vakitlerini kendimiz sınırlandırabiliriz” şeklinde konuştu.
“ABUR CUBUR TÜKETİMİNİ SINIRLANDIRIN”
Akşam saatlerinde televizyon karşısında abur cubur tüketiminin sınırlandırılması gerektiğini ifade eden Aladağ, “Abur cubur yeme alışkanlığı var insanlarımızda. Orada kalorisi az, işlevsel olarak fayda sağlayacak ürünler tüketilmesi gerekiyor. Çok şekerli yiyeceklere kaçmayalım. Genelde çay içtiğimiz saatler gece vakitlerine kayıyor. Her şekerli ve tatlı yiyecek vücutta yağ yapmasına neden oluyor. O dönemde de bir kuruyemiş olabilir ancak porsiyonunu ölçülü olarak ayarlamamız gerekiyor. Ceviz, fındık, badem, kabak çekirdeği gibi ürünlerle geçiştirilebilir. Çayı şekerli içme durumu var. Onda da kuru meyve yenilebilir ancak kesinlikle basit şeker kullanılmaması gerekiyor. Öğünlerin yoğunluğunu azaltmalıyız. Az az ancak sık sık yemek bizim için yararlı olacaktır. Hızlı yemek yenmemeli. 15-20 dakikadan sonra vücut doyduğunun farkına varıyor” dedi. Otizmli bireylerin beslenme biçimlerine de değinen Aladağ, “Otizmli bireyler yemek seçiyor. Takıntılı olduğu yemekler var. O durumda karşı koymak da çok zor oluyor. Ebeveynler de kıyamadıkları için beslenmeye dikkat edilmiyor. Genelde obezitenin temeli 6 ila 12 yaş arasında atılıyor. Bu durumda olan çocuklar yetişkinlik döneminde obez olabiliyor” diye konuştu.
“SPORCU BESLENMESİ DİYETİSYEN KONTROLÜNDE YAPILMALI”
Sporcu beslenmesinin mutlaka bir diyetisyen kontrolünde yapılması gerektiğini savunan Selime Aladağ, protein bazlı ve herkese aynı uygulanan diyetin faydadan çok zarara uğratacağını söyledi. Aladağ, “Spor salonuna giden herkese diyet listesi veriliyor. Protein açısından oldukça zengin. Kafalarına göre herkese aynı liste uygulanıyor. Takviye de protein tozuyla sağlanıyor. Bu da çok yanlış. Böbreği, karaciğeri yoran durumlar. Besinle alabildiğimiz şeyleri niye takviyelerle almaya gerek duyuyoruz? Protein bazlı olan diyetler çok acımasız oluyor. Yük yaratıyor. Bu sefer de vücutta ürik asit seviyesi yükseliyor ve ileride gut hastalığına kadar gidebiliyor. Kilogram başına almamız gereken protein miktarı değişkenlik gösteriyor. Fazlası vücutta böbrekleri yoracağı için ürik asit seviyesini yükseltecek ve ileride büyük problem yaratabilir. Günlük alınması gereken kalori miktarını bizler veriyoruz. Düzenli ve sistemli bir program veriyoruz. Sporla uğraşanlar bir diyetisyene mutlaka gitmeli. Spor hocalarının vermiş olduğu diyetler çok mantıklı değil çünkü kişiye özel değil. Öğün öncesi verdiği yüksek karbonhidratlı ürün vücutta ekstra bir kas yapmıyor. Zaten kasın mantığı vücuttaki yağı kasa dönüştürmek. Karbonhidrat yüklemesi yaptığı zaman vücuttaki yağı kasa çevirmiyorsun. Yağ oranı zaten bireyde mevcut oluyor. Öğün öncesi yaptığın yüklemeyle değil de günlük alman gereken kaloriyi karbonhidratla yapabilirsin. Spor öncesi olacak bir şey değil” ifadelerini kullandı.
ARALIKLI ORUÇ İŞE YARIYOR MU?
Son zamanlarda popüler olan aralıklı oruç konusuna da değinen Aladağ, normal diyetle de istenilen sonuca ulaşıldığını söyledi. Aralıklı orucun 21 gün uygulandığını belirten Selime Aladağ, “Aralıklı orucun etkisi var. Son dönemdeki çalışmalarla biz bunu görebiliyoruz. Denediğimiz danışanlarda etkisini görüyoruz. Normal diyetle de baktığımızda aynı kilo kaybını yaşıyoruz. Sürdürülebilir değil bence aralıklı oruç. Tabii ki etkileri var. Etkilerini 2-3 yıldır gözlemliyoruz. Öncesinde bir gözlem mevcut değil. İnsülin direncinde de diyabette de kullanılabilir olduğu söyleniyor ama bu durumda da yeme atakları, kan şekeri düşmesi oluyor, ne kadar mantıklı olduğu tartışılır. Sürdürülebilir bir diyet değil ancak tabii ki etkileri var” diyerek konuşmasını sonlandırdı.