Bursa’da bir ud virtüözü: Alper Taş

Bursa’da bir ud virtüözü: Alper Taş
22.12.2021
A+
A-

Dünyanın pandemiden kıvrandığı, insanların sokaklara çıkmalarının yasak olduğu bir dönemde, sosyal medyada dolaşırken ud taksimlerini dinlediğimiz ve tanımak şerefine eriştiğimiz çok değerli udi Alper Taş Bey ile ilk fırsatta bir röportaj yapmak üzere sözleşmiştik…

Aradan bir yıla yakın bir zaman geçti ve biz kendisiyle bir araya gelerek yüzyüze tanıştık. Böylece sözleşmiş olduğumuz gibi bu güzel söyleşiyi de sizlere sunma fırsatı bulduk.

Her ne kadar kendisi, sanatçı ünvanı yerine ud icracısı ünvanını kullanmayı tercih etse de, bizler biliyoruz ki, gerçek sanatçıların belki de ilk sırada sayılabilecek özelliklerinden biridir mütevazı olmaları…

Çaylar ve kahvelerle süslediğimiz bu güzel sohbete sizleri de buyur edelim bu güzel sayfa ile…
Şu anda Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda ud sanatçısı olarak görev  yapan Alper Taş  müzik hayatına çok küçük yaşlardan itibaren üstad hocalardan ders aldığını  söyleyerek başlıyor sohbete…

TRT Ankara Radyosu tanbur sanatçısı Sayın Özgen Gürbüz bizim mahalleden ağabeyimizdi.  Dokuz yaşındayken bana hediye ettiği bir mandolin müziğe başlamama vesile oldu.

Üniversiteyi bitirdikten sonra daha profesyonelce olarak müzikle ilgilenmeyi düşündüm ve yine Özgen Hoca’mın yönlendirmesi ve TRT Ankara Radyosu Gençlik Korosu’na girdim. Orada nota, solfej, şan ve nazariyat eğitimi almaya devam ederken aynı zamanda Zafer Oytun’dan ud derslerine devam ettim. Kısa bir süre diyorum çünkü altı ay sonra hocam beni kovdu. “Alıp götürün bu adamı. Bu herif benden daha güzel çalıyor” diye. Böyle bir latifeyle sağ olsun. Ama Alper Taş şimdi TRT Ankara Radyosundan yetişen ud sanatçısıdır. Ki çok büyük bir okul gerçekten. En büyük avantajı usta-çırak ilişkisini kurması. Televizyon veya radyo programlarında aynı anda ustalarınızla icraya katılıyorsunuz.

TRT Ankara Radyosu’nun içerisinde de son on yılda gerek kadrolu, gerek akitli giren herkesin hocası Özgen Gürbüz’dür. Ve onun öğrencisi olmak gerçekten çok büyük bir şans. Özgen Gürbüz hem ODTÜ İnşaat mezunu, hem İTÜ Devlet Konservatuarı mezunu. Müziğin hem teoriğine eğilmiş, hem pratiğine eğilmiş. Makamları çok güzel bir şekilde bilir ve sistematize eder. Biz Gençlik Korosu’nda onun talebeleri olarak yetiştik ve şu anda ben size diyebilirim ki onun öğrencisi olmanın her zaman artısını görmüşümdür.

Kısaca sizi tanıdık şimdi bir de uda nasıl başladığınızı anlatır mısınız?

Dokuz yaşında Özgen Gürbüz ağabeyin hediye ettiği mandolinle müziğe başladım. İlk mandolin hocam babamdır. Annem de, babam da öğretmen okulu mezunu öğretmenlerden. Öğretmen okullarında enstrüman çalmak zorunlu olduğu için ikisi de enstrüman çalmayı bilirdi. Dolayısıyla müziğin çok sevildiği ve değer verildiği bir ortamda büyüdüm. Sonra on iki yaşındayken Ankara’da Kültür Bakanlığı sanatçısı Emin Sefa Sağbaş’tan kanun dersleri almaya başladım. Daha sonra kanun çalarken, askeri doktor olan dayımın ölüm haberi geldi. Sonra kanundan bir soğuma oldu. Babam cümbüş çalıyordu. O dönemlerde bir ara, bir ud yaptırdı. Evde ud vardı. Coşkun Sabah’ın çok büyük çıkış yaptığı yıllar. Ben de işte evde oynaya oynaya ud çalmaya başladım. Üniversiteyi bitirdikten sonra bu işin hem sistematiğine hem teorisine daha fazla eğildim.

 

Ud bizim çalgımız mı? Bizi ne kadar ifade ediyor?

Ud kesinlikle bizim çalgımız ama ud kelime olarak sarı sabır demek. Horasan’dan çalışmaya gelen Türklerin elinde görüyor Araplar. Sarı sabır ağacından yapıldığı için göğsü buna el ud diyorlar. Yani sarı sabır diyorlar. Şimdi kelime olarak ud Arapça. Fakat  Arabistan’da sarı sabır ağacı yetişmiyor. Yani Horasan’dan Arabistan’da çalışmaya giren Türklerin elinde görüyorlar. Daha sonra onlar sahipleniyor. Ama atası Kopuz’dur.. Farabi’nin çalışmaları var. O zamanlar Türk müziği ses sistemi açısından tanbur daha önde tabi.

Bu düzeye nasıl geldi?

Tarihten süzüle süze gelmiş. Türkiye’deki ermeni ustaların da çok büyük payı olduğunu düşünüyorum çalgı yapımında. Artık çok fazla ermeni usta da kalmadı. Ama son yıllarda çalgı yapımı inanılmaz ilerledi ve gerçekten uluslar arası düzeyde ud yapımcılarımız var. Ender Göktepe, Cengiz Sarıkuş, Mustafa Karaoğlu, Barış Yekta, Karatekeli ki kendisi benim ud sponsorumdur, Emir Değirmenli, Faruk Türünz Güven Yetişkin Yıldırım Palabıyık Bülent Attar Kamil Gül Mustafa Madendağ gibi ve ismini burada sayamadığımız birçok ustamız mevcut.

Sadece enstrüman değil enstrüman teli yapımı da ülkemizde son yıllarda çok gelişti Özellikle Bilgin Karatekeli son yıllarda yaptığı çalışmalarla tel konusunda çok ilerleme kaydetti. Aynı zamanda kendisi benim tel sponsorumdur.
Gururla söylüyorum ki Bilgin Karatekeli’nin üretmiş olduğu Volüm marka ud tellerini şu anda ihraç ediyoruz. Biz ud tellerini uzun yıllar dışardan getirtirken bir Türk gencinin ud teli imal etmesi ve bunu yabancı ülkelere satması gerçekten çok gurur verici.
Ağabeyi Barış Yekta Karatekeli de son yıllarda müthiş işler yaparak ud imalatın konusunda ülkemizi başarıyla temsil ediyor ve genelde resitallerimde Barış Yekta Karatekeli’nin imal ettiği udumu çalarım, konserlerde ise Ender Göktepe’nin imal ettiği udumu çalıyorum…

Sanat hayatınız boyunca sizi uluslararası düzeyde en fazla tanıtan çalışmanız  hangisi?

2007 yılında dünyanın en büyük ud koleksiyonlarından biri olan Doktor Cengiz Sarıkuş’un ud koleksiyonundaki çok değerli udlarla tanıtım videoları çekip sosyal platformlarda paylaştık. Doktor Cengiz Sarıkuş sanat tarihi doktorudur ve aynı zamanda luthiyerdir. Cengiz ustamı ben ailemizden biriymiş gibi çok severim. Onun ustası İstanbul’da çalgı yapımcısı olan Agop Ohanyan. Ondan öğreniyor Daha sonra eski udları alıp tamir ediyor. Kendisi iyi bir Bektaşi’dir. Fukara dostu bir dede baba’dır. Herkes tarafından sevilen ve sayılan biri olduğu için eski udlarla karşılaşan kişiler bu udları direk Cengiz ustama getiriyor O da bu udları aslına uygun olarak restore ediyor. Onun demolarını çaldım. Uluslararası düzeyde ilk sıçrama tahtam odur. O ud demoları tüm dünyada yankılandı. Bayağı bir ses getirdi. Tabi bu da iyi oldu benim için.

Ud neden bir virtüozite sazıdır?

Öncelikle şunu söylemem gerek ses aralığı çok geniş bir saz ve çeşitli dünya müziklerinden de eserleri çalabiliyorsunuz. Evrensel yani. Benim resitallerimde çaldığım bir şehnaz buselik saz semaisi var. 28 notadan oluşan ses aralığında bestelenmiş. Dört oktava yakın. Bir de perdesiz oluşu sebebiyle bütün duygularımızı ifade edebiliyoruz. İlk başlarda zor gelse bile doğru tutuş ve doğru çalma tekniğiyle virtüoziteye müsait bir çalgıdır ud.

Ud neden bir Arap ya da Ortadoğu çalgısı gibi algılanıyor?

Bu şekilde algılanmasının sebebini anlatırkenŞerif Muhittin Targan’dan bahsetmemek olmaz
21 Ocak 1892 günü İstanbul’da doğdu. Annesi Sabiha Hanım; babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son Mekke Emiri (Şerifi) Vezir Ali Haydar Paşa’dır. Soyağacı İslam peygamberi Muhammed‘in torunu Hasan‘a dayanmaktadır; kendi hazırladığı soyağacında peygamberin 37. kuşaktan torunu olduğu görülür. Ailenin yedi çocuğunun beşincisidir.

Muhittin Şerif, 18 yaşına kadar özel derslerle yetişti. Bu dönemde Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca öğrendi. Daha sonra Darülfünun‘da hukuk ve edebiyat öğrenimi gördü, her iki alanda da diploma aldı. Evdeki müzikli toplantıların etkisiyle küçük yaşta müziğe ilgi duydu. Piano, ud çalmayı küçük yaşta öğrendi. Ali Rıfat Çağatay, Rauf Yekta Bey ve Ahmet Irsoy‘dan Türk müziğine ilişkin dersler aldı. Ud’da virtüözlük seviyesine ulaşınca beste yapmaya başladı. Henüz 13 yaşındayken, klasik üsluptaki saz eserlerinden biri olan Hüzzam Saz Semaisi’ni besteleyecek olgunluktaydı. 14 yaşında amcası Ali Cabbar Paşa’nın önerisiyle çello öğrenmeye başladı ve bu enstrümanda da çok üst düzeye erişti. Başta ud ve çello olmak üzere, viyola, piyano, keman ve lavta enstrümanlarını da çaldığı anlatılmaktadır.

Yüksek öğrenimini tamamladıktan kısa bir süre sonra başlayan I. Dünya Savaşı sırasında çıkan Hicaz isyanı üzerine babası Mekke Emiri olarak görevlendirilince onunla birlikte Hicaz Bölgesi’ne gitti ve bu bölgede 9 yıl yaşadı. Ailesi, kendileri ile aynı sülaleden gelen Şerif Hüseyin’in çıkardığı isyana katılmamıştı. Aile, bununu bedelini servetini büyük ölçüde yitirerek ödedi. Savaştan sonra ortaya çıkan devletlerin sınırları içindeki gayrimenkulleri kendilerine verilmemişti. Muhittin Şerif, ailesine yük olmamak ve kendi hayatını kazanmak üzere 1924 yılında New York‘a gitti. Yakın arkadaşı şair Mehmet Âkif Ersoy, “Şarka Davet” adlı şiirini Targan’ın ABD’ye gidişi, müziğini Türkiye’de icra etmeyişinin üzüntüsü ile yazmıştır.

Targan, İstanbul Konservatuvarı’ndaki görevi sırasında tanıştığı ünlü şarkıcı Safiye Ayla ile 8 Nisan 1950’de evlendi. Bu evlilik Targan’ın vefatına kadar devam etti. Eşi ile beraber de hayır kurumları için çeşitli konserler veren Targan, son konserini 3 Mart 1953’te Saray Sineması’nda gerçekleştirdi. Bu son konserinden sonra çok sevdiği ve usta olduğu avcılık merakına zaman ayırdı. Sanatçı, 13 Eylül 1967 günü İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.

1920’de hazırlamaya başladığı ud metodu ölümünden sonra yayımlandı. Günümüze kadar 20 enstrümantal eseri, 3 şarkısı ulaşmıştır. Targan, müzisyenliğinin yanı sıra portre ve peyzaj ressamlığı yönü de olan bir sanatçıydı. Tabloları çeşitli koleksiyonlarda yer alır. Çizdiği Abdülhak Hamid portrelerinden birisi Topkapı Sarayı Müzesi’nde, diğeri İstanbul Üniversitesi’ndedir. Targan’ın devrinin şair ve yazarlarından Mehmed Akif Ersoy’un yanı sıra , Filozof Rıza Tevfik, Abdülhak Hamid, Behçet Kemal Çağlar, Münir Nurettin Selçuk, Mesut Cemil ile yakın dostluklar kurmuştu.

Şerif Muhittin Targan aynı zamanda Bağdat konservatuarının kurucusudur ve O nun öğrencileri arapud icrasının temelini oluşturmuşlar…Araplar tarafından çok sevilen çok icra edilen ve çok popüler bir saz olduğu için Arap çalgısı zannedilmesi doğal.
Arap müziğinde kullanılan ud ile bizim kullandığımız udlar birbirinden farklıdır.

Ben ileri düzeyde bir ud icracısıyım. Maaşını devletten alan bir sanatçının da birilerine faydasının olması gerektiğini düşünüyorum.Ben eğer gençlere ulaşamamışsam onların yetişmesine yardımcı olmamışsam, beni geçecek gençlerin yetişmesine vesile olmamışsam ben başarılı bir insan değilim.Pandemi döneminde de devletinden maaş alan  bir devlet korosu  sanatçısı olarak sosyal medyadaki takipçilerimin sayısını da göz önünde tutarak elimden geldiği kadar eser icra etmeye çalıştım.Ve bakın bu çalışmalar ne kadar işe yaramış bu röportaja bile vesile oldu.

Lamma Bada Yatathanna ve Zeynep Aksel’den bahseder misiniz?

Ben Ankara Radyosu’nda saz sanatçısı iken; hukuk fakültesinde okuyan Türk müziğine gönül vermiş, amatör korolarda bu işi öğrenmeye çalışan bir kızımızdı Zeynep Aksel. Tahir Aydoğdu TRT’de yayınlanan kendisinin hazırlayıp sunduğu bir canlı yayın programına Zeynep’i solist olarak davet etti. İlk canlı yayınıydı ve çok heyecanlıydı. Ona programda eşlik eden sazlardan biri de bendim.Programdan sonra bizi evine davet etti. Annesi babası çok değerli insanlar. Bizi ağırladılar. Sonrasında bizim kardeşlik bağımız hiç kopmadı. Daha sonra ben Ankara’ya gittiğimde ona Lamma Bada Yatathanna diye bir Endülüs ezgisinin icrasını attım. Bu esere çalışırsan beraber bir kayıt yaparız seninle dedim. Sonra beraber o videoyu çektik. Çok iyi dönüşler aldım. Tabii ki gençlere böyle yardımcı olmaya da gayret ediyorum.

https://youtu.be/7XxJV35oaQk


Gençlerle udu nasıl buluşturacağız?

Önce gençlerle nasıl buluşacağımız sorusuna cevap vermemiz gerekir. Bu soruya cevap verebilirsek o zaman sizin sorduğunuz soruya da cevap vermiş olurum. Gençlerle ortak bir şeyler yapmadan bu buluşma mümkün değil. Sıra geceleri, yaren geceleri, kürsü başı geceleri aslında toplumsal dayanışma sağlayan okullardı. Mesela insanlar sıra gecelerinde olgunlaşır pişerlerdi. Hatta “Kız anadan görür sofra dizmeyi, oğlan babadan görür sıra gezmeyi” derlerdi. Oralar ayrı birer eğitim ve etkileşim yeriydi. Şimdi onlar kalmadı. Beraber yaptığımız hiçbir şey kalmadı neredeyse. Yani aslında bizim müzikten başka bir iletişim sorunumuz var. Öncelikle bu sorunumuzu halletmemiz lazım ben kişisel olarak bana ulaşan ve benden yardım isteyen gençlerle ilgilenmeye çalışıyorum. Gençlere önce bir şeyler verelim ki sonra bir şey bekleyelim.


Mesela bana Zeynep Aksel’i sordunuz… Gençlerin çalışmalarını sergilemelerinde yardımcı olduğum pırıl pırıl gençlerden sadece birisi. Daha niceleri var. Bildiğim kadarıyla müziği onlara öğretmeye, icraları esnasında onlara udumla eşlik etmeye çalışıyorum ve böylece gençlerle buluşmuş oluyoruz … İnanın bana o gençlerin gözlerindeki minnettarlık ve hayranlık ifadesi biz sanatçıların belki de erişebileceği en büyük mutluluk…

Her yıl bir resital veriyorum. Ankara Radyosu’ndan sonra çalıştığım en iyi kurum Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu diyebilirim. Gerçekten çok kaliteli sanatçılardan oluşan bir koro. Müziğin sizde çağrıştırdığı şey çok önemli. Kendinizden bir şeyler bulmanız halinde müziği seviyorsunuz.

İşinizde kişisel çalışmalarınızı sergileme imkanı bulmanız çok önemli bir artı bence. Yöneticinizin çok iyi olması lazım. Doğrusu ben o konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum.. Çünkü Hakan Özlev gibi bir şefimiz Engin Dümdüz gibi bir de bir şef yardımcımız var.

İkisi de birer İstanbul Beyefendisi ve sesleri muhteşem. Sanatlarında gerçekten çok başarılı insanlar. Ben şefimizden 15 dakikalık bir bölüm istediğimde sağolsun beni kırmadı ve konerlerimizden birinde bana ilk olarak 15 dakikalık bir solo bölüm verdi. Bu performanstan sonra kendisine teşekkür ettiğimde bana “Sen böyle şey çal. Ben sana her zaman çalışmalarını sergileme imkanı veririm”dedi. Normalde kültür bakanlığında çok rastlanan bir şey değildir. Ben o yönetici konusunda çok şanslı olduğumu düşünüyorum.


Bursa size ne verdi?

Bursa bana çok güzel bir koro da çok güzel yöneticilerle çalışma imkanı verdi ki bu çalışmaları ben halkla buluşturabildim. Yoksa mesela Hakan abi dese ki “Ya oğlum bırak git ya iş çıkartma bize.” Ne yapacaksın? “Git başka yerde çal” dese. Ama gerçekten o konuda çok kıymetli yöneticilerimiz var. İmkan vermenin yanında sanatçılarını cesaretlendiriyorlar.


Ud icranızın bu düzeyde olmasında etkilendiğiniz ve dinlediğiniz sanatçılar kimler?

Öncelikle Yorgo Bacanos… Tanburi Cemil Bey, Şerif Muhittin Targan, Bayram Coşkuner en çok dinlediğim isimler. Bunların yanı sıra Paco De Lucıa’yı çok severim. Klasik Müzik’te Paganini Mozart gibi sanatçıları dinlememek olmaz herhalde. Bir de Halk Müziği var. Türkülere ayrı bir önem veririm ve gerçekten çok seviyorum. Sanırım ud icramı bu düzeye getiren etkenler bunlar.  Ve tabii  çalışmak, çalışmak, çalışmak.  Son olarak çalışmaları takdir gören beğenilen bir sanatçı olmanın mutluluğu yanı sıra müzik sayesinde birçok lütuflara mazhar oldum. Bunlar güzel dostlar, beğenilerini ifade eden dinleyenler…

ETİKETLER: , , ,
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.