Bursa Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Çakmak: Afet bölgesi ilan edilmeli

Bursa Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Çakmak: Afet bölgesi ilan edilmeli
21.04.2025
A+
A-

YASEMİN ÖZKEREM/ ÖZEL HABER

Bursa Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Fevzi Çakmak’tan son zamanlarda yaşanan ve neredeyse tüm ülkeyi etkisi altına ‘zirai don’ hakkında bilgiler aldık. Dr. Fevzi Çakmak süreci değerlendirirken, öncelikle Şubat ayının sonuna doğru Hatay, Mersin ve Adana üçgeninde, Mart ayının son haftası Manisa bölgesinde, son olarak da Bursa’nın da içerisinde bulunduğu ülkemizin birçok bölgesinde zirai don oluştuğunu söyledi.

Zarar gören ürünlerle ilgili konuşan Bursa Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Fevzi Çakmak, “Öncelikle Şubat ayının sonuna doğru Hatay, Mersin, Adana üçgeninde yani Akdeniz bölgesinde ciddi bir don meydanı gerçekleştirdi. Bizim turunçgiller dediğimizlimon, portakal, mandalina gibi bitkilerde ve erkenci patateslerde ciddi anlamda hasar meydana getirdi. Daha sonra ikinci etapta mart ayının son haftasında Manisa bölgesinde zirai don gerçekleşti.Bu dondan bölgedeki bağlarda  önemli hasarlar meydana geldi. Ve son olarak da 10-11-12 Nisan tarihlerinde meydana gelen ve arka arkaya üç gün süren, Bursa’yı da içine alan, Türkiye’nin neredeyse tüm illerinde hissedilen ve bizim zirai don dediğimiz kuvvetli bir don gerçekleşti. Bu kuvvetli donlar neredeyse tüm meyve bahçelerinde etkili oldu. Başta kiraz, nektarin, kayısı, erik, ceviz, bağ, incir gibi ürünlerde ciddi zararlar oluşturdu. Bizim bölgemizde de az önce bahsettiğimiz ürünlerde, büyük zararlar var. Özellikle ilçelerimizden İznik, İnegöl, Kestel, Keles, Orhaneli, Harmancık, Osmangazi’nin yüksek bölgeleri bu kuvvetli dondan çok büyük oranlarda zararlar oluştu.”

“TARIM BAKANLIĞININ HAREKETE GEÇMESİ LAZIM”

Ovalarda biraz daha az ama yüksek olan kesimlerde ciddi anlamda hasar oluştuğunu belirten Başkan Çakmak,“Ürünlerine göreve bölgesine göre yüzde yirmi ile seksen, doksan hatta yüzde yüze varan oranlarda bir meyve kaybı olacak gibi görünüyor. Bu bölgelerde hemen Tarım Bakanlığının harekete geçerek gerekli olan çalışmaları yapması, zararları tespit etmesi ve zararlanmanın yoğun olan bölgelerini afet bölgesi ilan etmesi gerekiyor. Doğal afet bölgesi ilan etmezseniz, oradaki çiftçilerin zararını karşılamakta sorun yaşarsınız. Afet bölgesi ilan ederseniz, o bölgedeki ÇKS kaydı olsun olmasın, Tarsim sigortası olsun olmasın, zarar gören tüm çiftçilerin zararını karşılaması mümkün olur. Afet bölgesi ilan etmezseniz ÇKS kaydı ya da Tarsim’e kayıtlı olan çiftçilerin zararını telafi etmekle sınırlı kalır. O yüzden diyoruz ki  bir an önce afet bölgesi ilan edilmeli ve ÇKS kaydı olsun olmasın tüm çiftçilerimizin zararı karşılanmalı. Bu da aslında depremden farksız. Hatta çiftçi için deprem… Zaten zor durumda olan, girdi maliyetlerini karşılamayan çiftçimizin bir nebze olsun maliyetlerinin karşılanabilmesi, bankaya kredi borcu olanların, kredilerinin ötelenmesi, faizlerinin silinmesi gibi birçok önlemlerin alınarak çiftçinin mağduriyetinin giderilmesi ve çiftçiyi tarımın içerisinde tutmanın çabası içerisinde olunması gerekiyor” dedi.

“BİRÇOK ÇİFTÇİ ÇKS YAPMA GEREĞİ DUYMUYOR”

Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS) hakkında da bilgi veren Çakmak şunları söyledi: ” Bakanlığın bir an önce zarar tespitini tamamlaması, zarar gören çiftçilerin ve zarar oranlarının belirlemesi, özellikle % 30-40’ın üzerinde zarar gören çiftçinin zararının mutlak surette telafi edilmesi, onun için de mutlak surette sadece  ÇKS kaydı olanların değil, olmayanların da bu zararının telafi edilmesi gerekli. Çiftçi kazanamadığı, desteklerin yetersiz olduğu, arazilerin çok küçük ve ortak sayısının çok olması gibi birçok nedenleÇKS’ye kayıt olma gereği duymuyor. Yani çiftçi senin verdiğin destek benim zaten bir işime yaramıyor. O yüzden de ben bu bürokrasiyle uğraşmak istemiyorum’ deyip ne yazık ki ÇKS’ye kayıt yaptırmıyor.”

“ÇİFÇİYİ KAZANAMAZ DURUMA GETİRDİK”

Tarım olmadan hayatın olmayacağını da vurgulayan Çakmak, “Şu an köyde yaşayan, çiftçilik yapan nüfusun yaş ortalaması 59’a dayanmış durumda. Yani bu nesilde tarım yapamaz hale geldiğinde, korkarım ki köylerde tarım artık tekelleşmeye doğru gidecek. Hükümetin şu anda belli başlı market zinciriyle uğraştığı gibi, o zaman da holdinglerin eline geçen ve tarım politikasının bu holdingler tarafından oluşturulduğu bir sisteme dönüşmüş olacağız. Biz neden bu duruma geliyoruz? Bakın öncelikle bakış açısını değiştirmemiz lazım. Tarım olmadan hayat olmayacağını, tarımsız bir sanayinin de mümkün olmayacağını, sanayinin olması için de o sanayide çalışan insanları beslemek için de tarıma ihtiyacımız olduğunu anlamamız gerekiyor.Yani ‘her şey sanayi’ diye düşünmememiz gerekiyor. Bizim öncelikle canlı olan biz varlıkların yaşamımızı sürdürebilmemiz için önce beslenmemiz gerekiyor. Dengeli ve sağlıklı beslenmemiz gerekiyor.Sadece beslenmeden de öte sağlıklı ve dengelibeslenmemiz gerekiyor. Maalesef biz artık sağlıklı ve dengeli kısmını attık. Beslenmekte bile zorluk çekiyoruz. Üretmekte bile zorluk çekiyoruz. Çünkü insanlarımızın her geçen gün alım gücü düşüyor. Çiftçinin girdi maliyetleri yükseliyor.Dolayısıyla da arz talep dengesi nedeniyle, tarladan pazara ya da manava gelen süreçteki aracıların da kar marjlarının yüksekliğini ortaya koyduğumuzda, üretimin de sadece belirli bölgelerde yoğunlaşmış olması da düşünüldüğünde, ‘Tarlada bir lira’  ‘Markette neden 10 lira oluyor?’şeklindehep haber yapıyorsunuz. İşte biz diyoruz ki ‘yerelde üret, yerelde tüket’ modelini benimsememiz gerekiyor. Öncelikle bizim her bölgemizde her ürün yetiştirebileceğimiz alanlarımız var. Bu iklim koşullarımıza sahip bölgelerimiz var. Biz planlamayı doğru yaparsak geçmişte olduğu gibi, özellikle temel tarımsal ürünlerde kendi kendine yetebilecek ülke konumuna yine gelebiliriz.  2024 yılında domates, biber,  kavun, karpuz tarlada kaldı. Diğer sebze ürünlerinin birçoğu tarlada kaldı. Bunun temel nedeni üretim planlaması yapılmaması, çiftçinin bir önceki yıla bakarak ekeceği ürüne karar vermesindendir.

“GİDİŞAT HİÇ İÇ AÇICI DEĞİL”

Çiftçiyi yönlendirecek üretim planlaması politikaları olmamasının, birçok üründe zarar yaşanmasına neden olduğunu belirten Çakmak, “Çiftçi her ülkede desteklenir. Bizde ne yazık ki çiftçi destekleniyormuş gibi yapılıyor. Bizim 2006 yılında çıkartılmış tarım kanunumuz var.Bu tarım kanunu çıkartan da  Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönemde bu hükümet..2006 yılında çıkartılan bu kanunun 21. Maddesinde çiftçiye verilecek desteklemelerin miktarı ayri Safi Milli Hasılanın yüzde birinden az olamaz deniyor. Bu ne demektir? 2024 yılında Gayri Safi Milli Hasılamız toplam 43 trilyon 410 milyar 514 milyon TL oldu. Buna göre çiftçiye ödenmesi gereken destek miktarı 434 milyar TL. Kanun hükmüne karşın 2024 yılı ödestek ödemesi için 2025 yılı bütçesine konan ödenek 135 milyar TL oldu. Yani neredeyse verilmesi gereken desteğin  üçte biri destekleme verilecek. Yasanın emrettiği desteği bile çiftçiye biz çok görüyoruz. Bir  de 2024 yılı desteğini çiftçiye ihtiyacı olduğu dönemde değil de 1 yıl sonra yani 2025 yılında vereceğiz. Bu durumda enflasyonun yüksek olduğu ülkemizde çiftçinin hak ettiği desteğin daha eline geçmeden erimesi anlamına geliyor. Yine çiftçi peşin alacağı ilacı, gübreyi, tohumu vadeli almak zorunda kaldığı için olması gerekenden çok daha pahalıya almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçinin üretim maliyetlerini önemli ölçüde arttırıyor. Siz yatların kullandığı mazottan  veya pırlantadan  siz özel tüketim vergisine sıfır yapacaksınız ama mazotta ÖTV’yi çiftçiden isteyeceksiniz. Biz bunları yaptığımız sürece çiftçi üretimde kalmasını sağlamamız çok güç. Bizim mutlak surette çiftçiyi destekleyen, çiftçiyi köyünde  tutacak, üretime teşvik edecek önlemleri acil olarak almamız gerekiyor. Yoksa gidişat hiç iç açıcı değil ” diye konuştu.

“BİLİMİN IŞIĞINDA ZİRAAT”

Ürünlerin doğal şartlarda yetiştirmenin çok önemli olduğunu da vurgulayan Çakmak, “Doğal şartlarda yetiştirmek çok önemli. Bilinçsiz kullanılan kimyasallar pestisitlerin her geçen gün etkisinin azalmasına, bu durum da daha fazla pestisit kullanımına yol açıyor. sonucu olarak da bazı şeyleri yapay olarak bitkiye vermek zorunda kalınıyor. Önemli olan doğru ilaç, doğru zaman, doğru doz ve doğru yöntemle bu pestisitleri kullanırsanız, yani uygulamaları bilimin yönlendiriciliğinde yaparsanız kalıntı sorunu ve kullanılan kimyasalların çevresel etkilerini en aza indirirsiniz. Şu anda biz ne yiyoruz açıkçası bilmiyoruz. Oysa yapılması gereken toprak işlemeden çatala geçen bütün süreçlerde bilimin ışığında ve bilimin önerdiği yöntemlerle üretimin planlanması ve yapılması gerekiyor. Yani çiftçiyle bilim, ziraat mühendisi birlikte hareket etmeli ve onun yönlendirmesinde üretim desenleri, üretim şekilleri ve üretim planlaması yapılması, buna sulama planlaması da dahil olmak üzere yapılmalı. Çok yakın tarihlerde ülkemiz için  suya ulaşımda ciddi sorunlarla karşılaşacağız. Şöyle düşünün;86 milyon nüfusumuz yanında, beş milyondan fazla yabancının ülkemizde yaşadığını, yine her yıl yaklaşık 60 milyondan fazla insanın ülkemize turistin su ihtiyacını gidermek zorundayız. Yani her yıl  yaklaşık yüz milyona yakın insanın su ve beslenme ihtiyacını karşılamak durumundayız. Böyle bir ortamda hesap yaptığımızda aslında bizim bin iki yüz litrenin altında kişi başına su tüketimimiz olduğu söyleyebiliriz. Kişi başına düşen su miktarı bin litrenin altına düştüğü zaman su kıtlığı çeken ülkeler sınıfına giriyor.”

“BARAJLARDA DOLULUK ORANI YÜZDE ELLİCİVARLARINDA”

Su krizinin günden güne artığını belirten Başkan Çakmak, “Gerçekte belki de bundan sekiz, on yıl sonra su sorununu çok daha fazla hissedeceğiz ve bu suyun etkileri günden güne artacak. Bu mevsimde olması gereken barajlardaki doluluk oranı yüzde seksen, yüzde doksan iken, şu anda yüzde elliler civarında. Yani olması gerekenin neredeyse yarısı durumda. Bu tarımda da böyle tarımsal sulamada da aynı şekilde. Sonuçta barajlar da su olmazsa tarımsal sulamada da sıkıntılar olacak. Mesela İznik ve Orhangazi çiftçisine DSİ dedi ki: ‘ben bu yıl sana su veremeyeceğim’ Çünkü İznik Gölü’nde yeterli su yok. Çiftçi bir üretim yapıyor, meyve tarımı yapıyor, sebze üretimi yapıyor. Yoğun olarak ciddi anlamda üretim potansiyeli olan ilçelerde, önemli ölçüde sebze-meyve tarımı yapılıyor. Siz o çiftçiye su vermediğiniz anda üretimi yok edersiniz. Yılların emeğiyle oluşmuş ağaçların kurumasına neden olursunuz. Bu nedenle tarımda da suyu doğru planlamamız gerekiyor. Bugün toplam kullanılan suyun yüzde yetmiş yedisi tarımda kullanılıyor. Bakın tarımda eğer biz çiftçiyi destekleyerek yağmurlama ve damla sulama sistemine geçirirsek, tarımda su kullanımında yüzde elliye kadar tasarruf etmemiz mümkün olacak. Yine altına basa basa söylüyorum, sulamanın da bilimle yönlendirilmesi gerekiyor” diye konuştu.

“ÖNCELİKLE İHRACATIMIZ BALTALANACAK”

Zirai don sonucunda zarara uğrayan meyvelerin çoğunun ihraç ürünü olduğundan da bahseden Çakmak şunları söyledi: “Öncelikle zarar gören meyvelerin çoğu, ihracat ürünümüz. Dolayısıyladon zararından öncelikle ihracatımızın etkilenecek. İkincisi iç piyasada da yeterli ürün arzı olmadığı için zaten pahalı olan bu ürünleri daha da pahalı yiyeceğiz. Ne yazık ki bunu fırsata çevirmek isteyen kişi yada kuruluşlar da olacaktır. Yeterli ürün arzı olmayınca, fırsatçılar hemen devreye girecek,  olması gerekenden çok daha fahiş fiyatlarla piyasaya bu ürünleri sürüp buradan ciddi rant elde etmek isteyeceklerdir. İşte burada devletin yetkili organlarının devreye girip, bu tip fırsatçıları tespit edip, onların bu fırsatçılığı yapmaması için gerekli olan yaptırımları uygulaması gerekiyor. Yoksa halkımız ne yazık ki meyveyi zaten pahalı yiyordu, çok daha pahalı yiyecek veya yiyemeyecek pozisyona gelebilir.”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.