ANADOLU’YA YOLCULUK
Binlerce yıllık birikimi, üzerinde birbirinden kıymetli taşlarla süslü bir gerdan gibi taşıyan bu toprakları tanıyor muyuz acaba ?
Onlarca medeniyete sahiplik yapmış, yurtluk etmiş, ana gibi doğurgan,ana gibi şefkatli, ana gibi korugan, bir o kadar kırılgan olmuş ama hiç hayır dememiş yetişen, gelişen yeni medeniyetlere. Kucak açmış, yer vermiş, yaşatmış…
Kopmuş gelmiş Tanrı dağlarının, Orta Asya bozkırlarının tozunu, havasını, kavrukluğunu bir rahmet gibi serpmiş üzerine gelenler.
Obasının, töresinin,inancının gereklerini, bir nişan gibi takmış göğsüne bu toprakların.
Sevgisini; üzerindeki insanların yüreğinden,
kokusunu; üzerinde büyütüp beslediği medeniyetlerden,
şefkatini; Sultanlar, Liderler, Kağanlar doğuran analardan,
gücünü; üzerinde baş tacı ettiği yiğitlerden kahramanlardan almış.
Toprağa vatan, göğe bayrak, geldiği yere ve oralarda bıraktıklarına gardaş-kardaş-kardeşim diyenlerden almış.
Dolu dolu yaşamış, yaşıyor, yaşayacak ANADOLU
Dedik suyun akışındaki ses gibi olsun anlattıklarımız.
Gerçeği, olanı, olmuşu anlatalım dedik okumayı bilene, okumayı sevene.
Su tadında…
Neden su tadında ?
Medeniyet suyla geldi. Arındık varınca suya. Kibirlerimizden, tozlu yolların yorgunluğundan, savaşların ateşinden.
Ve… Göktanrı çöllerde, aşılmaz dağlarda. uçsuz bucaksız bozkırlarda sınadığı yiğitlere, analara, ak sakallı dedelere,üç yanı suyla çevrili, dağı,ovası, içinden rahmeti, suyu geçirdiği bir vatana ulaştırdı.
Su kadar aziz, su kadar saf, su kadar akıcı başlayalım medeniyetimizin, kültürümüzün ayrıntılarını paylaşmaya sizinle.Bize yaşayarak gelen, sanki yavaş yavaş teknoloji ve hızla gelişen kent yaşamının içinde kaybolmaya yüz tutmuş, yüzlerce yıllık mirasımızı anlatmaya.
Nereden başlamalı diyerek oturduğumuzda klavyenin başına, aklımıza gelenleri yetiştirememekten korktu parmaklarımız.Düşünler arasında birbirine hızla geçişler yaptı zihnimiz.Bir yandan yazı sayfasındayken gözümüz,takıldı ekranın diğer tarafındaki resimlere.
Analar, bacılar, tozlu köy yolları.Göğü delen yemyeşil dağlarda koyun güden, kepeneğinin ve bastonunun üzerinden bize bakan çoban.
Alnındaki derin çizgilere bakmadan şen şakrak horon tepen ,yaşını belki de kendinin bile hatırlamadığı, kavruk tenli yaşlı amca.
Üzerinde başındaki poşusuyla, buğday ayırmaya çalışan,sabanın üzerindeki ırgat,dibekte bulgur kıran köylüler………..nereden başlamalı ?
Yazımız, sözümüz ve diyeceğimiz uzun anlaşılan……..
Varsın olsun. Destur dedik bir kere. Binlerce yıllık medeniyetin yaşadığı bu topraklarda yaşamış medeniyetlerin, medeniyetimizin sunusunu yapalım siz okumayı bilenlere, sevenlere.
Kimi bir dans figüründe, kimi ahşap bir köy konağında.
Kimi yaylada yemyeşil bir harman yerinde, kimi denizin kenarında bir balıkçı barınağında. Bazen bir külliyenin ihtişamında, bir Sufi’nin sığındığı benliğinde, bazen de bir ozanın sazında yada bir Hakanın buyruğunda………. Görüşmek üzere.