Akif Kurtuluş-2
Propagandaları illaki yetmek ile yetmemek; evet ile hayır arasında salınan, fiillerle cevap cümleleri arasında bağ kurduklarını sandıkları anda daha hızlı salınan bu isimlerin dizelerinde yüzeyde isyanın, muhalefetin sadece ismi geçerken, okuma derine indiğinde, isyanın ve muhalefetin konformizm hamağında elastikiyet keşfi için yer kapma yarışına katıldıkları anlaşılmaktadır.
Cinsiyetçiliği makyajlayarak sevimli göstermeyi huy edinen bu şairlerin, birinci adresleri reel ve nesnel hayatın önüyle ve daha çok arkasıyla, sokağın orta noktası değil; ortaya karmakarışık her yanı sulu mizahı da söylemeden edemedikleri sonradan görmeliğin toplanma merkezleridir. Bu yerler, onlar uyku ile uyanıklık arasında isyan ve muhalefet adına lügat paralayıp edebiyat parçalarlarken, isyanın ve devrimin kriminalize olmuş dehlizlerine değil, öncelikle ve kesinlikle, güzel ve biçimli bacaklarına sabitlendiklerinde anlamını artırmaktadır. Gözlerinden çapakları sildiklerindeyse geriye isyan ve devrim değil, paralanan lügat ile parçalanan edebiyat kalmaktadır.
Bu şairler için gelenek gereği çocuğa da politik bir kimlik inşa etmemek, yolun yarısına bile gelmemekten farksızdır.
Vakti fazla kaybetmeden bu işe de ancak, davulun sesinin, yakından değil uzaktan hoş geldiği, çocukların cesetlerinin havaya uçurulduğu ücralarda, ebeveynlerin acılarına, acıyı, üç otuz paraya satılığa çıkarmadan, anında çeviriyle değil, yürekten tercüman olacakları ücra ve taşra etiketi yapıştırılmış yerlerde değil, oryantalizmin hayır ve hasenatından istifadeyi ihmal etmeyerek yine aynı mekânlarda, bu iş için zaten giyinik olmadıklarını bilmeden soyunacaklardır.
Müzikleri atonal olmak şöyle dursun, belirli bir tonda bile tekleyen, dairelerinin dışında, üstü örtük olmayan iyi niyetleriyle duran isimleri dışlayarak kendi varlıklarına varlık kattıklarına inanan bu imzalar için meyveler, sözgelimi portakal, fazlasıyla ancak altın suyuna batırılmış haliyle değerlidir.
Portakalı, portakal bahçelerinde çalışan işçilerin dünyaları aracılığıyla değil, altın suyuna batırılmış haliyle, her bir yanı kaotik Lodos’underlitoplutersyüzetme gücünü ıskalayarak, Meltemler’in melankoli koleksiyonundan hız alarak konumlandıran bu şairler; her daim ithal olanı yutkunmanın alışkanlığıyla q’yu p’ye ters çevirerek ve p’ye de bir eğri bacak ekleyerek R’yi keşfettikleri yerde politik şiirlerini alelacele çoğaltırlarken; var olduğu sanılan edebiyat dünyasına değil, öncelikle kendilerine şu soruları yöneltmek akıllarının ucuna bile gelmemektedir:
-Bu işleme tabi tutulan her q eninde sonunda illaki R olabilir mi?
-Böyle olsa bile, “R”yi, su yüzüne çıkarmak için, okyanusun derinine dalarak illa ki bir “q”mu çıkarmak ve onu böylesi bir işleme bir şekilde tâbi tutmak mı gerekir?
-Sırf politik şiirin gönlü olsun diye harfleri dönüştürme oyunu oynamak harfleri huzursuz etmez mi?
-Lümpenlikle elitizm, yerellikle yerlilik arasında salınmak, yaşanması muhtemel zelzeleleri haber vermez mi, şiirini arka planda tutarak, daha doğrusu, şiirini, şairliğine ezdiren şair, servis etmenin geçer akçe olduğu bir dönemde artık bu vakitten sonra kendisine şiir işçisi diyebilir, alın teri döktüğünün altını ucu sivri ve keskin kalemiyle çizebilir mi?
-Kavramdan kargaşa, kargaşadan kavram devşirmek, şairi istediği yere pupa yelken ulaştırabilir mi, şairin bu hâlleriyle şiiriyle alabora olmaması mümkün mü, lafıgüzafın kudreti hangi boşlukları doldurmaya yetebilmiştir?
-Gerçekleştirilen bu oyunu, harfler canıgönülden istiyorlar mı?
-Öncelikle harflerin gönülleri hoş tutulmadan hangi hakiki ve samimi ister siyasi, ister politik, hangi türde olması fark etmez; şiir, kaleme alınabilir?!
Bu sorulara doyurucu karşılık veremeyen, kendisine şair dese ne olur, demese ne?