Abdülkadir Bulut
Şiirlerini 70’li yıllarda yayımlamaya başlayan şairlerden Arkadaş Zekai Özger; kentin hem merkezinden, hem de arka sokaklarından, “yerli”liğinden ödün vermeyen kırsala seslenen bir şiiri inşa eder ve bir “yetişkin çocuk” olarak kendisi gibi sadece biyolojik olarak “çocuk” ve “yetişkin” olmayan insanı konumlandırmak için şiirlerini çoğaltırken, aynı dönemin bir diğer şairi olan Abdülkadir Bulut ise, aynı özellikleri taşıyan “yetişkin çocuk”u kırsaldan kente uzanan bir köprü kurarak okurlarına tanıtmıştır.
1943 yılında İçel’in Anamur ilçesine bağlı Akine köyünde doğan, ilk şiir kitabını 1976 yılında “Sen Tek Başına Değilsin” adını vererek yayımlayan Bulut, ilk şiirlerinden itibaren “yetişkin çocuk”unu dillendirmiştir ancak; kırsaldan kente bir anda açılma derdiyle yanıp tutuşmamıştır.
Onun için asıl olan kırsaldaki kırsala ayna tutmak, kırsalın içindeki kırsalın arkeolojisine girişmektir çünkü ona göre kırsalı kaynağına inmeden “gerçek” anlamda tanımadan; eğri görüntüleri de dahil olmak üzere kırsalı özümsemeden kente direksiyon kıran, yolu yarılamadan yorgunluğuna yenilecektir. Bu yüzden önce, insanın kırsalı iliklerinde hissetmesi gerekmektedir.
Bu tavrı Akdenizli bir şair olarak geliştiren Bulut, kıta değiştirdiği halde dizelerinde Akdeniz’i resmetmeye devam eden İspanyol şair FedericoGarciaLorca’nın izini sürmüştür.
Akdeniz’i Lorca’nınpoetikasına, onu taklit etme tehlikesiyle yüzgöz olmadan uyarak tanımladığını hesaba katan Cemal Süreya tarafından “Kasabalı Lorca” sıfatı yakıştırılan Bulut, Süreya’nın vurgusunun aksine sadece kasabanın değil öncelikle genel anlamdaki kırsalın bir imzasıdır.
Yonga Yayınları’nca yayımlanan ilk kitabına alınan, Milliyet Sanat Dergisi’nin 125.sayısında çıkan yazısında Süreya, Bulut’un şiirini önemsediğini ancak gelişememesinden üzüntü duyduğunu yazmıştır.
Gelişemediğini vurgulayarak Süreya, Bulut’un şiirini “gerçek” anlamda incelemediğini gözler önüne sermiştir. Zira Bulut’un şiiri kendi poetik eksenini çizen ve ekseninde derinleşmeyi dert edinen bir şiirdir. Yörüngesinden anlık çıkışlar yaşasa da, bu bağlamda da Lorca’yıepigon belleyen Bulut, anlık çıkışlarında da eksenini yanında taşımayı ihmal etmemiştir.
Kaynağıyla organik bir bağ kurarak, kırsalla diyalog yerine hasbıhali tercih etmesi Bulut’un şiirindeki folkloru yavanlaştırmadığı gibi, milliyetçilikle bezenmesini de engellemiştir.
“Ortodoks Marksizm”e icazet verme derdiyle yanıp tutuşmayan “Toplumcu-Gerçekçi”birsöyleme yelken açtığı için “türkü”yüsloganik ve propagandist refleksin aracı olarak değil, müzikler-arasında yaşanan yine diyaloğun değil hasbıhalin bir öznesi olarak değerlendiren Bulut’un dizelerinde enstrümanlara özgü bir iktidar mücadelesi hissedilememiştir.
Kalıpları reddeden bir “baba”, bir “ağabey” gibi okurlarına dünyasını açarken laubali olma aşamasına gelmeyen Bulut’un şiirlerinde kadın, edilginliğin savunuculuğunu üstlenmemiş, erkek etkinliğin bam teline bastırarak ses kirliliğine neden olma telaşına düşmemiştir.
9 Ağustos 1985 tarihinde belleklere zarar bir kaza geçirerek gözlerini hayata kapatan, adına şiir ödülleri verilen Abdülkadir Bulut, kırsaldaki kırsala ayna tutarak, tuttuğu aynadan kente ve dünyaya bakan bir şiir için dirsek çürütmüştür.
Bıraktığı kırsal ise, ona şehla bakmayı ve aynı şekilde görmeyi adeta gelenekselleştiren sözüm ona duyarlı mürekkep yalamışlar sayesinde, aynası ve “yetişkin çocuk”uyla birlikte kendisini inkâr eden bir noktaya ulaştırıldığı için, düzenlenen her ödül töreni ve tepeden tırnağa çok yüzlü yüzsüzlük kuşanan her anma toplantısı, ruhunu şenlendirmemekte aksine ruhuna azap çektirmektedir.