Thomas Mann ve Buddenbrooklar/Bir Ailenin Çöküşü-8
DieLeidendesjungenWerthers (Genç Werther’in Acıları)’in ana karakteri olan Werther, aşk acısı, daha doğrusu ıstırabıyla intihara, Lotte’yle adım adım yaklaşan genç bir hukuk stajyeridir.
Orhan Koçak’ın da içinde bulunduğu birçok isim Goethe’yi modernin ilk halkası olarak görürlerken bu eseri de hesaba katmışlardır ama Goethe, sözü edilen iki karakteri bir araya getirerek asıl derdinin okurla aşk ıstırabını paylaşmak değil, modernizmle hesaplaşmak olduğunu belgelemiştir.
Bu yönüyle Goethe’yi Baudelaire’le ortak paydada buluşturmak mümkündür çünkü Goethe’nin ölümünden on bir yıl önce Paris’te gözlerini dünyaya açan Baudelaire de modernizmi tanımlamış ve tanımladığı kavramı sivri oklarından, Flaneurkavramını ete kemiğe büründürerek nasiplendirmiştir.
Frankfurt Okulu’nun müntehir teorisyenlerinden Walter Benjamin’in Baudelaire’in poetikasının izini sürerken konumunu ayrıntılı analize tâbi tuttuğu Flaneur, hukuk stajyeri olmasına rağmen Werther’e de nüfuz ettiği için, intihar yolunda emin adımlarla ilerleme girişimi, hukuk özelinde bürokrasinin saygın bir ismi olmayı engellemiştir.
Werther gibi bir anti karakteri okurun karşısına çıkaran Goethe, ondan sonra doğan ve bir sene önce sonsuzluğa uğurlanan Georg Wilhelm FriedrichHegel’le doğal olarak kedi köpek gibidir çünkü artık Hegel’den daha meşhur olan teorisi Köle- Efendi Diyalektiği’nin Goethe’de karşılığı yoktur.
Divan’ında Doğu ile Batı’yı halleştirmek için alın teri dökmüş olan Goethe’ninHegel’le arasının nahoş olmasının bir nedeni de Hegel’in idealizmi yere göğe sığdıramamasıdır.
Goethe, ondan Benjamin kadar etkilenen, Frankfurt Okulu’nun diğer bir teorisyeni Theodor Ludwig Wiesengrund- Adorno’nun, tamamlanmamışlığı önemseyen Bir Şeyler Eksik benzeri cümlelerini yüzyıllar öncesinden kurduğu için idealist refleksler geliştirmesi zaten beklenemezdi.
Goethe, Hegel ve dolayısıyla Hegelcilik’ten yaka silkerken, kendisinden önce dünyaya Merhaba ve Elveda diyen Kant’a olabildiğince yakındır. Bu yakınlıkta, Kant’ın Aydınlanma hareketine adını vermesinin, verirken de Köle- Efendi Diyalektiği kadar meşhur Aydınlanma Nedir?sorusunu yönelterek, adını verdiği zaman dilimini sorgulamasınınve diskalifiye olmuş hâliyle idealizme saygı duymasının payı büyüktür.
Mektup- Roman olarak nitelendirilebilecek bu eserin kadın karakteri Lotte de alışılmışın dışındadır. Böyle bir özelliğe sahip olduğu için, Juliette ve benzerleriyle karıştırılmamalıdır. Goethe’nin, bu eserini, sömürgeci söylemini, okuruna, hem doğrudan, hem de dolaylı olarak enjekte eden William Shakespeare’in Romeo ve Juliette’iyle hesaplaşmak için gün yüzüne çıkardığını vurgulamak mümkündür.
Alman Sineması’nın vasat yönetmenlerinden Egon Günther tarafından sinemaya sorunlu bir şekilde uyarlanan Lotte in Weimar’da Mann, Goethe kadar kendisinin de önemsediği ve sataştığı isimleri bir araya getirerek sosyopolitik bir atmosfer kurduğu, burjuvaziyle hesaplaşmayı sürdürdüğü için Lotte gölgede kalmıştır. Günther de bu gölgede kalışı beyaz perdeye yansıtmak istediği için ortaya sorun yüklü bir edebiyat uyarlaması çıkmıştır.
Mann’ı Werther kadar etkisi altına alan Faust’aFaust’un hükümranlığını ilan ettiği Doktor Faustus’a geçmeden önce intihar temasına odaklı bir parantez açmakta ve o parantezde Halid Ziya Uşaklıgil’in iki kez sorunlu bir şekilde televizyona uyarlanan Aşk-ı Memnu’suna yer vermekte yarar var çünkü Halid Ziya da intihar yolunda emin adımlarla ilerleyen bir anti karakteri, Bihter’i okuruna, onun kâbusu olması için takdim ederken aslında modernizmi hedef tahtasına oturtmuş ve böylece, Goethe ve dolayısıyla Mann’ın ilham aldıkları isimlerle hemdert olduğunu gözler önüne sermiştir.