Şükûfe Nihal Başar
Erkekegemen anlayış, eline aldığı kavramlara kendi elbisesini giyindirirken, o kavramları sempatik göstermeye çalışan makyajını yapmayı da ihmal etmemektedir. Bu kavramların en önemlilerinden birisidir “Kadınca Duyarlılık” .Bu anlayış, “kadın” kavramını sempatiklik(!)gereği “kaba” ve “yakışıksız” olarak gördüğü için, duyarlılık da “kadınca” kalarak, “kadınlık” la ilişki kuramamaktadır.
Yaşanılan her anda olduğu gibi; bilim, kültür, sanat ve edebiyat sözkonusu olduğunda da “Kadınca Duyarlılık”, erkekegemen anlayış tarafından devreye sokulmaktadır. Bunun devreye sokulmasının amaçları arasında; kadınlık aşamasına gelen insandaki Feminizm’e yönelik bilinçsizliği kullanmak, bilince ulaşmaya çalışanların önüne aşılamaz engeller koymak, bu yönde bir bilinç sayfası açılacaksa, popülist ve karikatürize edilmeye meyilli bir söylemi olgunlaştırarak kadın olmaya çalışan bayana dayatmak, dayatmayı, cinsel sömürüyü ihmal etmeden gerçekleştirmek gibi fillerin yer aldığını söylemek mümkündür.
Bu yazının merkezinde duran Şükûfe Nihal, kaleme aldığı eserlerden önce, hakkında yazılan biyografilerde de yukarıdaki amaçlardan fazlasıyla nasiplendirilen bir edebiyatçıdır.
Sadece; kadınların kaleme aldıkları şiir ve romanlarla ilgili tanıtım yazılarında, eleştiri ve değerlendirme, inceleme çalışmalarında değil, onların biyografileri incelenirken de erkekegemen anlayış ikiyüzlü söylemiyle varlığını hissettirmektedir.
Şükûfe Nihal’e ait biyografiler onun; “özgürlüğe tutkun”, “mücadeleci” ve “ayakları üzerinde dimdik duran” bir kadın olduğunu bir cümleyle anlatırlarken, aynı dönemde yaşamış, yaşamamış erkek edebiyatçıların Şükûfe Nihal tutkunlukları; coşkulu, heyecanlı ve doğal olarak erkekegemen söylemle kurgulanmış birçok cümleyle dile getirilmektedir.
Kadının herhangi bir alandaki başarısı erkeğe göre konumlandırılmakta, erkeğin başarılı olduğu alanda kadın ikinci sözü almışsa, o erkeğin dişisi olarak tanıtılmakta, kadın varolan ve var etmeye çalıştığı gayreti görmezden gelinerek ele alınmaktadır. Söz gelimi, Sümeyra Çakır’ın müziğine kendi doğal akışında bakılmadan, sanatçı “Dişi Ruhi Su” olarak kitleselleştirilmiştir. Şiirlerinde Tevfik Fikret’in poetikasının izini bir dönem sürdüğü, Finlandiya’nın sosyo-kültürel haritasını kendi söylemiyle yeniden çizdiği halde, Fikret’in bu ülke ile ilgili gözlemleri hatırlatılarak, Şükufe Nihal’in takipçiliğinden, derine inmeyen cümlelerle söz edilmektedir.
Onu soyadıyla anan imzalar, İstanbul Tüccar Derneği’nin kurucusu olan, politik kişiliği de gölgede kalmayan ikinci eşi Ahmet Hamdi Başar’a da değinirlerken, Başar’a ayrılan yerin Nihal’den az olduğu görülmektedir.
Kadının edebiyatçı olması hemcinsine bir şekilde benzemek zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Farklı bir yerde durmak gibi bir lükse sahip değildir. Bu durum, Şükûfe Nihal ile Halide Edip Adıvar’ın karşılaştırılmasında da kendisini açık bir şekilde göstermektedir. Milli Mücadele Dönemi’nde ön saflarda bulunmasından dolayı Halide Edip Adıvar ile aynı paydada buluşturulurken unutulan nokta, Şükûfe Nihal’in, Adıvar gibi erkekegemen ve milliyetçiliğe göz kırpan bir söylemi benimsemeden hareket etmesidir. Nihal’in “Yalnız Dö-nüyorum” ile Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” romanlarının karşılaştırmalı analizleri yapıldığında da, ayrıldıkları yer, net bir şekilde kendisini gösterecektir.
Yirminci yüzyılın ortalarında; bilim, kültür, edebiyat ve sanat dünyasında söz sahibi olan erkekler, önceki yüzyılın, ortaları ve sonlarında yaşamış hemcinsleri gibi, evlerinde bu konuları, yaşadıkları topraklar üzerindeki meselelerden soyutlamayan toplantılar düzenlemişlerdir. Bu durum, Şükûfe Nihal ve ondan bir asır önce yaşayan kadınlar için de geçerlidir. Şükûfe Nihal’in toplantıları, meselelerin alanını genişleten ve kadına, on dokuzuncu yüzyıla göre daha fazla yer veren, kadının kendisine özgü sesini yükseltmeyi hedefleyen toplantılardır. Bu toplantıların konuşmaları “Kadınlar Halk Fırkası”nda ve kendisinin kurduğu “Türk Kadın Birliği”nde ete kemiğe bürünerek, fırkanın ve birliğin teoriği hiçe saymayan pratik zeminini oluşturmuştur.
Babası, V. Murat’ın başhekimi Emin Paşa’nın oğlu Eczacı Albay Ahmet Bey; annesi, soyu II. Mehmet’in baş ressamı Nakkaş Mehmet Efendi’ye dayanan Nazire Hanım olan Şükûfe Nihal’in hayata bakışını bu çevre sınırlandıramamıştır.
Aşk ilişkilerini yaşayan kadınların çıkmazlarına da şiirlerinde ve düzyazılarında, “Salon Edebiyatı”nın dairesinde kalmayarak yer veren Şükûfe Nihal’in duyarlılığının “Kadınca” değil, bizzat “Kadın Duyarlılığı” olduğu sadece Hüseyin Cahit Yalçın gibi erkek yazarların değil, Türkan Yeşilyurt Kayhan gibi çağdaş bir kadın şairin de yeterince üzerinde durmadığı bir konudur. Yeşilyurt ona odaklanan tez çalışmasında(1) bu konuyu, edebiyata ve sosyal bilimlere “farklı” bir bakış getiren bir üniversitenin bünyesinde hazırlamasına rağmen, tez çalış-malarının doğal akışına uyarak, ana çizgilerde kalarak, yeterince sorunsallaştırmadan incelemeye tabi tutmuştur.
Yaprak Zihnioğlu’nun “Kadınsız İnkılâp” üst başlığını taşıyan, Nezihe Muhiddin’e, “Kadınlar Halk Fırkası”na, “Türk Kadın Birliği”ne odaklanan çalışmasında da (2) yer verilen Şükûfe Nihal ve onun gibi şairlere ve yazarlara ilişkin çalışmaların yetersiz olmalarının ve olanların da erkekegemen söylemle kaleme alınmalarının en önemli nedeni, tarihin hâlâ “erkeğin hikâyesini anlatan” bir bilim olarak okunmasıdır.
“History”yi bu şekliyle okuyan ve cinsiyetçiliğe sapmadan “Herstory” (kadın tarihi) kavramını gündeme getiren Joan Wallach Scott gibi akademisyenlerin Türkçeye kazandırılmamış çalışmalarına da, teknolojinin nimetleriyle ulaşılabildiği bir dönemde, başta biyografiler olmak üzere, eleştiri, inceleme ve değerlendirme yazılarında, tarihin bünyesine sinen erkekegemen söylemin yapısökümü çok boyutlu bir şekilde yapılamadığı müddetçe, Şükûfe Nihal gibi kadınlardaki duyarlılık, iki ihtimal hesaba katılarak sıklıkla gündeme getirilecektir.
İhtimalin bire indirilmesi için, edebiyat tarihinin, disiplinler-arasında yaşanan diyaloğa kulakların tıkanmadan ve erkekegemen anlayışın tahakkümünden uzakta durarak yeniden kaleme alınması gerekmektedir.