Sevingül Bahadır
Sorunlu bir şekilde bestelenmiş, eser aşamasına gelememiş birçok şarkısını seslendirmesinin yanında, bir ara vokalistliğini üstlendiği için Zülfü Livaneli’yle özdeşleştirilen Sevingül Bahadır’ın müziğinin şekillenmesinde, aslında Melih Kibar’ın katkısı daha büyüktür.
Adları duyulmamış Klips ve Onlar gruplarını, 1986’da gerçekleştirilen Eurovision Türkiye elemeleri için bir araya getiren Kibar’ın elinden çıkan Halley’i Türkiye’de, şimdiki soyadı Gürel olan Seden Kutlubay, yarışmanın gerçekleştirildiği Bergen’de de; Candan Erçetin, Gür Akad, Emre Tukur ve Derya Bozkurt’la söyleyen Bahadır, daha sonra, Türkiye’ye özgü protest ve muhalif müziğin dağarcığındaki çalışmalarla ilerlemiş ancak, Kibar’ın bestesinde sergilediği performansın gölgesinde kalmıştır.
Bahadır’ın bu özelliği, Leman Sam’la ortak paydada buluşmasını beraberinde getirmiştir. Bilindiği gibi Sam da Türkçe Sözlü Hafif Müzik adına ilerlerken sözü edilen türe direksiyon kırmış amakırmanın ötesine geçememiştir.
Benzeri aşamalardan geçen Banu Kırbağ, Bahadır ve Sam’dan farklı ve sağlıklı bir yerde durmaktadır. Gerekçesi onun müzik anlayışına odaklanan yazıda ayrıntılandırılacaktır.
Kibar ya da onun izini takip eden müzisyenlerin gün yüzüne çıkardıklarına hayat verirken, Türkiye’ye özgü protest ve muhalif müziğin dağarcığındaki çalışmaları söylemekle yetinmesi, onlara yeterince nüfuz edememesi ve dinleyiciyi kendisine çekememesi sadece Bahadır’ı bağlayan bir sorun değildir, bu müziğin kendisi sorunludur çünkü Ruhi Su ve Sümeyra Çakır’ın hazırladıkları zeminin sağlamlaşması için elinden gelenin fazlasını yerine getiren isim bir elin parmağını geçememiştir.
Geçmişinde Türkçe Sözlü Hafif Müzik tecrübesi olmayan İlkay Akkaya ve Ayşegül Yordam’ın seslerinde de benzeri özellikler vardır. Bahadır’ı onlardan iddiasız ve samimi olması ayırmaktadır.
Çalışmalarda kullanılan enstrümanların acemice çalınmaları, bu acemiliğe düzenlemenin ve Bahadur’ın sesinin imkânlarını yeterince kullanamamasının eklenmesi ortaya sorunlu bir manzaranın çıkmasını sağlamıştır.
Sorunlu bestesi Zülfü Livaneli’ye ait olan Kız Çocuğu (Hiroşima)travmatik bir olayı anlattığı hâlde Bahadır’ın travmayı dinleyicide de yaşatamamasında bestenin ve sözlerin de katkısı küçük değildir.
Nâzım Hikmet’in dizeleri okuyucunun aklına bir faciayı değil de seyrek dokunmuş senaryosu izleyiciyle bağ kuramayan melodramatik kurgunun hâkim olduğu bir sinema filmini hatırlatmaktadır.
Akira Kurosava, 1991 yılında çektiği Ağustos’ta Rapsodi’de, Hiroşima ve Nagazaki katliamlarına acıyı çığırtkanlaştırma zaafına saplanmadan bakılması gerektiğinin altını çizdiği hâlde, Nâzım Hikmet sözümona enternasyonal söylem geliştirme adına hareket etmiş ama milliyetçi ve mutaassıp çizgisi hisse tercüman olmasını engellemiştir. Bunlara Bahadır’ın sesini imkân kullanımına açmaması da eklenince kendisini iten bir iş dinleyiciyle buluşmuştur.
Oğlu Efe Bahadır ona göre daha fazla ön planda olsa da Sevingül Bahadır’ın geride durmak istemesi, iddiasızlığı, alçak gönüllüğü aradan yıllar geçse de, sesindeki sorunlardan daha fazla konuşulacaktır.
Sesindeki sorunlar boylarını aşmadığı hâlde, ukala dümbelekliğinden taviz vermeyenlerse, adlarını yıllar sonrasına yazdıramayacaklardır.