Oğuz Yılmaz
1997 yılının Şubat’ında Sincan, Türkiye’ye özgü militarizmin gövde gösterisine giriştiği bir yer olarak gündemdeki yerini almıştı. Türkiye’nin İran olabileceğini düşünerek, üç vakte kalmadan Sincan sokaklarında tankların seyrüsefer eylemesi için çaba sarf edenler, Sincan özelinde Türkiye’de militarizmin yerini sağlamlaştırmak dışında, sıklıkla şikâyet edecekleri günlerin tohumlarını da ekmişlerdi.
Tohum, Türkiye gibi, darbe çığırtkanlığı faaliyetlerini sona erdirmeyen bir ülke hesaba katılırsa sürekli ekilen, büyüse de, büyüdüğü görülse de büyüdüğüne inanılmayan, tohum olma ve kalma özelliğiyle dikkati çeken katalizördür.
Türkiye, İran olmadı. Bunu sağlayan Türkiye’ye özgü militarizm değil, iki ülkenin ortak paydada buluşamayacak, sosyopolitik, sosyokültürel yapılarıdır. Gerçi bir ara İran’a, Mustafa Kemal Atatürk hayranı Şah Rıza Pehlevi’nin döneminde Kemalizm elbisesi kuşandırılmıştı ama elbise bedene dar geldiği için, aradan çok uzun bir süre geçmeden çıkarılmış, bu zoraki fiili üstlenenler de devre dışında bırakılmışlardı.
Türkiye’nin İran olabileceğini düşünenler, doğal olarak, Sincan’ın eğlenceye, şenliğe, rahatlığa ayarlı olabileceğini akıllarının ucuna bile getiremiyorlardı. 19 Mayıs 2021 tarihinde sonsuzluğa uğurlanan Oğuz Yılmaz, bu düşünceyi un ufak ettiği için farklı bir yerde durmaktadır.
Sivas’ın Kangal ilçesinden Ankara’ya gelen bir ailenin çocuğu olarak 25 Ekim 1968’de Ankara’da dünyaya gelen, yirmi yıl Sincan’da ikâmet ettiği için Sincanlı Oğuz diye bilinen Yılmaz’ın farklı bir yerde durmasını sağlayan diğer bir saik, ezgi seslendirmekle yetinmemesi aynı zamanda, ironinin hâkim olduğu sözler kaleme almasıdır.
Onun açtığı yoldan ilerleyenler, yapaylık ve sığlık tuzağına düşerlerken o, samimilikten taviz vermemiştir.
Türkü ile Arabesk arasında turlayan ama ikisine de tam anlamıyla eklemlenemeyecek olan bir türe imza atan Yılmaz, İbrahim Tatlıses’in ilan ettiği İmparatorluk’u onaylamadığını açıklayınca, Türkiye’nin İran olabileceğini düşünmenin yanında; Âşık Mahzunî Şerif, Hasan Kaplan gibi âşık ozanların eserlerini seslendirdiği, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi isimleri dilinden düşürmediği için ve Güney’in vârisi olarak gördükleri Tatlıses’e sempati besleyenler Yılmaz’ı desteklememişlerdir çünkü onların nazarında Yılmaz’ı desteklemek, Sincan’a ve oranın muhafazakârlığına geçit vermekle eş anlamlıdır.
Böyle düşünmekle yanılgılar anaforuna kapıldıklarını fark edememişlerdir. Zira Sincan özelinde Türkiye’de yaşanan muhafazakârlık değil mutaassıplıktır. Muhafazakârlık birçok kavram gibi Türkiye’ye monte edilen ama monte edildiği yerde durmayan bir kavramdır. Tatlıses, sözü edilen âşık ozanlar başta olmak üzere diğer isimleri onların parsalarını toplamak için diline dolamıştır. Ayrıca Güney ve Kaya sanıldığı gibi devrimci değil, lümpen ve mutaassıp kümenin elemanlarıdır. Buradan hareketle, Yılmaz’ı yalnız bırakanların kazdıkları kuyuya düştüklerini söylemek mümkündür.
Pop diye bir türün Türkiye’de olamayacağını, onun da kaynağında Türkü’nün bulunduğunu vurgulayan Yılmaz’ın, Tatlıses’in ilan ettiği İmparator’luğa karşı duruşu, MahatmaGandhi’yleözdeşleşen PasifDireniş’le açıklanabilir.
Oğuz Yılmaz, hangi müziği, nasıl icra ettiğini ve yorumladığını bilen bir isim olmasına rağmen, müziği, disiplinler arası bağlantılarla konumlandıracak bir birikime sahip değildi ve bunun da bilincindeydi ama onu yalnız bırakanlar MaxHorkheimer’in bir kitabına verdiği adla Akıl Tutulması illetinden kurtulamadıkları için Sincan benzeri yerlerde bir hareketlilikle karşılaştıklarında Türkiye’nin İran olabilme ihtimalini düşünmeye ve İmparatorluk’un yerini sağlamlaştırmaya ve alanını genişletmeye kaldıkları yerden devam etmektedirler.