NO SUGAR
Ah, diyordu Nejat, ah şu çayı bir kere de şekerli içse ne olurdu? Ne olurdu biraz diline tatlı çalsa, yüzü yumuşardı belki, uyuyan yılan deliğinden çıkardı. Ama ne yapacaktı çıkan yılanı Luci hanım, o kaplanlara layıktı. Kendi yele gibi saçlarını belki de sadece bir aslana taratırdı. Buz gibi suratını çay bile ısıtmıyordu, yılan mı hoşuna gidecekti, hem de delikte olan bir yılan, peh! Olmazdı. Ne yapmalıydı, nasıl bir ortak nokta bulmalıydı da bir sıcak sohbete sokmalıydı Luci hanımı. İsmini bile ondan değil, boynunda asılı duran altın kolyesinden okumuştum, inşallah onun adıydı. Yarın bir gün sohbet edersek diye tekrarlayıp durmuştu dudaklarım “Luci, lusi, luki” hangisiydi doğru olanı, Allah verede rezil olmasaydık ama iş oraya kalsındı, bir sohbet, bir sıcak, samimi, sohbet edebilecek miydik de, bu telaşa düşmüştüm, peh!
Buz mavisi gözleri, sütten soğuk beyaz cildi, üzüm moru dudakları, hatta üzüm kokulu elleri her geldiğinde bir çay içiyordu ama “no sugar” diyordu. Diyordu ve tüm ümidim kırılıyordu kalbim ile beraber. Bu kırıntıları görse, parmak ucuyla iyice ezecek olan o hali, “yapma Nejat, etme Nejat, tut kendini, sevmez bu kadın seni, kaldı ki kimseyi sevemez bu buz kadın, zaten ecnebi” diyordum. Ama bir şekerli içse şu çayı hemen takacağım bardağa bir kaşık, şekerleri kenarına koyacağım, o da şekerleri içine atıp karıştıracak. Sonra, kaşığı dışarı koyacak ve bir bakacak benim el yapımı gümüş kalpli kaşıklarım. Diyeceğim, al senin olsun Buzlar kraliçem, her çayda beni hatırla, sakla çekmecen de durayım. En guzel çay sohbetlerinde bununla tıngırdat bardağını, aklına ben geleyim. Sen dayanama bana gel, diyeceğim ama işte… içmiyor domuz karı şu çayı şekerle. Neyse bi cigara yakayım da, belki öbür çaya artık…