MEB’DE DEVLETİN MAKAMLARI REZERVASYONLU MU?
Bu yazıyı yazmama sebep olan şu söz oldu:
“Müslüman doğruya doğru, yanlışa yanlış deme cesaretini bulamıyorsa…
Allah’tan değil,
Kuldan korkuyordur!”
Boksör ringe çıkar karşısında rakibi vardır.
Kozlarını paylaşır… Maçta hakem vardır. İyi olan kazanır, seyirciler onu alkışlar..
Kaybeden kaderine razı olur.. Daha çok çalışması gerektiğini anlar…
MEB’de tecrübe ve liyakat sahibi olarak yönetici olmaya kalkarsanız, karşınızda rakip asla bulamazsınız…
Çünkü rakip masanın altına gizlenmiştir…
Siz ringde rakip bekleye durun, o masanın altından çıkar ve makam koltuğuna oturur… Müdür veya müdür beyler de hemen onaylar. Seyirci olan okulun tüm öğretmenleri ses çıkarmaz, yine sadece seyirci kalır…
İşte ben buna haksız yenilgi diyorum…
“İş bilenin, kılıç kuşananındır.”
Yani;
İş, ehli olan kimsenin hakkıdır…
Gerçekten işler öyle mi yürüyor? İşler, ehli olan kişilerin hakkı mı oluyor?
Kendi çevreme bakarsam, maalesef öyle olmuyor… Hasbelkader, arada oluyorsa; nadiren, belki de yanlışlıkla oluyordur… Yok o da olmuyorsa, demek ki binde bir bile olmuyordur…
Madem atasözü ile başladık yazımıza atasözü ile devam edelim…
“At izi, … izine karışmış.”
Kim işin ehli, kim değil; kim o göreve daha layık, kim değil?
Kim daha çok akademik kariyer yapmış, kim daha çok kendini yetiştirmiş, kim daha çok tecrübeli, kim değil; kim daha çok liyakat sahibi, kim değil; kim daha çok başarılı projelere imza atmış, organizasyonlar yapmış, kim işin mutfağında yetişmiş, kim değerli, kim değil; kim iyi, kim berbat… Her şey birbirine karışmış…
Arap saçı olmuş derler ya, durum öyle olsa yine iyi… Daha berbat, çok daha berbat…Çözebilene aşkolsun…
Kim, kim, kim diye biz işimizi gücümüzü bırakıp sorup dururken birileri zıp zıp zıplayan çekirge gibi, şapkadan çıkan tavşan misali hoppp gelip makama oturabiliyor…
Kimin hakkıymış, kim daha çok emek vermiş…
10 yıl boyunca deyim yerindeyse işin mutfağında kim yetişmiş…
Her türlü tozunu, dumanını yutmuş; gece gündüz dememiş çalışmış, Bilsem için emek vermiş, kimsenin umurunda değil…
Söz konusu makam olunca; kul hakkıymış, onun hakkıymış, işin ehliymiş, emekmiş, değermiş, kimse bakmıyor…
Sorsan mangalda kül bırakmazlar…
Her şey laf…
Her şey göstermelik…
Sen hakkını araya dur. Oturmuşlar önden makama, ohh gel keyfim gel… Kendi oturdukları yetmemiş, artık doymuşlar… Eşini, dostunu, arkadaşlarını getirir olmuşlar…
Müdür beyleri daha önceden tanıyorsa…
Müdür beyler söz vermişse…
Köyden koşa koşa geliyor, hiç tanımadığı, bilmediği makama çuuppp diye oturuveriyor…
Nasıl olsa; devletin okul. Koş koş, otur…
Bitti gitti, bu kadar basit. Hadiiii geçmiş olsun…
“El insaf” diye bir deyim daha var…
Sanki atalarımız yememiş içmemiş tam da bizim müdür beyler için durmadan söz üretmişler…
Fakat nafile, atasözlerinden hiç ders almamışlar…
Çuppp diye gelen, hopp diye makama oturan kişi…
Babamın deyimi ile söz konusu makam olunca havadan inmede, hava indirme komandolarını bile geçer bunlar…
Babam ömrünü devlette geçirmiş. Tabi ki neyin ne olduğunu biliyor, kim bilir neler gördü, neler yaşadı…
Bir kere, Bilsem’e öğretmen alınırken yeterlilik sınavından sonra alınıyor…
Bu havadan inen kişi, hakkaniyetli bir yeterlilik sınavına tabi tutulmuş olsa, Bilsem’e öğretmen olacak yeterliliğe belki de sahip bile değil…
Şimdi işine geldiği gibi konuşan, çok bilmiş arkadaşlar diyecekler ki; Bilsem’de müdür yardımcısı olmak için, Bilsem’de öğretmen olma şartı yok…
İyi güzel, peki ya öğretmen olarak ders verme yeterliliği bulunmayan bir kurumda müdür yardımcısı olabilir mi? Yönetmelik bu konuda açık… Bilmeyenler için örnek vereyim: Diyelim ki, bir sınıf öğretmeni daha önceden müdür yardımcısı olmuş ilkokulda… Bu kişi, ilkokul dışında, ortaokula veya liseye, hele bir de fen lisesine görevlendirilemez. Müdür yardımcısı oldu diye, elini kolunu sallaya sallaya istediği okulda müdür yardımcılığı yapamaz, orada derse girme yeterliliğine sahip olması gerekir.
Bilsem çatısı altında 10 yıldır ders veren, doktora yapmış, sınav sonucu kadrolu atanmış, Bilsem’in velisinden öğrencisine, Bakanlık çalışmaları dahil, işleyişini bilen, üstelik yöneticilik sınavını kazanmış biri varken…
Neden liyakatli olan değil de, o?
Asıl sorulması gereken soru bu…
Asıl cevap verilmesi gereken soru, tam da bu…
Çünkü gelen kişi; müdür beyin arkadaşı, söz vermiş!
Yani işler liyakat usulüne göre değil…
Birbirlerine söz vere vere uygulanıyor…
Sanırsınız Bilsem makamları, müdür beylerin çiftliği haline gelmiş….
Her türlü ayak oyunu ve köy kurnazlığı, ne ararsan var…
Yani bu çuupp diye gelen, boş beleş buldum, hoopp diye makama oturan kişi…
Daha Bilsem’de ders verme yetkisine sahip değil…
Lâkin müdür bey veya müdür beyleri tanıyorsa, ona görevlendirme ile ders bile verdirirler, n’olacak ki? Her şey keyfe keder olduktan sonra…
Ama Bilsem’e havadan inme, şapkadan tavşan çıkması gibi, başımıza yönetici olarak gelebiliyor…
Güler misin, ağlar mısın?
Devletin makamları bu kadar ucuz mu yani?
O zaman sokaktan geçeni tanıyorsan, arkadaşınsa, tut kolundan, al sana makam de, oturt. Aynı hesap…
Bugün arkadaşına söz verip makam hediye eden müdür beyler, yarın eşine dostuna da aynı şeyi yapmaz mı? Yapar, n’olacak kiiii? Tepki gösteren mi var? İki dersin derdine düşmüş öğretmenler mi ağzını açıp soracak? Mazallah… Benim gibi maaş karşılığı derse girmeye mahkum bırakılır, yerine dışardan öğretmen görevlendirilir… Hesap soran mı var?
Devletin okulları, devletin makamları, sanki ali babanın veya babasının çiftliği gibi…Tövbe Estağfirullah!
Gerçi yemin ediyorum, üstüne basa basa söylüyorum, büyük konuşuyorum, her türlü iddiaya da varım…
Bilsem müdür beylerin kendi özel okulu (koleji) olmuş olsa, beni müdür yardımcısı yapmayı bırak, kendi okuluna müdür yapardı…
Çünkü orada devletin çıkarı söz konusu değil, kendi çıkarı söz konusu olacak….
Çünkü benim ne kadar iyi organizasyonlar yaptığımı, ne kadar iyi bir yönetici olduğumu, ne kadar Bilsem öğrenci ve velilerini iyi tanıdığımı, ne kadar iyi idareci olduğumu, en iyi bilen müdür beylerdir…
Ama okul ve makam devletin olunca…
N’olacak canıııımmmm… Ehhh, kim olursa olsun… Kimin umurunda? Köyden arkadaşı getir, oturt…
Nasıl olsa okul devletin, makam devletin, öğrenci milletin olunca…
Olursa olur, olmazsa olmaz…
Olduğu kadar… N’olacak canımmmmm…
Nasıl olsa maaş aynı maaş. Bir kaybı mı olacak?
Başarılı olsa ne olacakkkk, başarısız olsa ne olacakkk? Umurunda mı sanki? Hem iki önemli organizasyonda yanında götürür, birlikte iki fotoğraf çektirirler, parlatıverir, çok büyük rolü varmış gibi. Yapmadığı şey değil nasılsa…
Umurumda olsa zaten benim ek derslerimi ve proje öğrencilerimi elimden almazdı…
2 dönemdir ek derslerim bile isteye, kasti olarak, sırf yönetici olmaya karar verdim diye elimden alındı…
Kişisel olarak maddi ve manevi zararım çok büyük…
Elimden dönem ortasında alınan öğrencilerimin üzerinden bir eğitim-öğretim yılı geçti neredeyse… Ama hala bana gelip soruyor öğrencilerim: “Siz okulda olduğunuz halde, daha önce okulda hiç görmediğimiz bir öğretmen niye bizim dersimize girdi, bizi niye bıraktınız?” diye… “Bırakmadım kuzum, bıraktırdılar” diyemiyorum el kadar çocuğa… Nasıl derim? Mantıksız.
Acaba müdür beyler ve müdür yardımcıları kendi ek derslerinden bir kuruş eksik maaş almışlar mıdır?
Hiç sanmıyorum. Kendilerine gelince, devletten bir kuruşun dahi hesabını yaptıklarına eminim…
Ama söz konusu öğretmenin zararı, hakkı ve hukuku olunca, nedense gözlerine batıyor…
Devlet hak olarak görüp veriyor…
Bunlar kesiyor…
Yani haşa devlet bilmiyor, anlamıyor…
Bunlar her şeyi devletten daha çok bilip anlıyor…
Öğretmen ek derslerinden dolayi maddi zarara uğramış, pehhhhh, n’olacakkkkcanımmmmm…
Kim demiş o öğretmene koskoca müdür beylerden icazet almadan, kendi başına, yönetici olmaya kalkış diye…
Öyle icazet almadan yönetici olmaya kalkarsanız, ek dersleriniz kesilir… “Akıllı olmazsan, elinden ek derslerin gitsin, gör” mesajı veriliyor…
Diğer öğretmen arkadaşlara da “Bakın, görün, ona göre, icazet almadan, kimse kendi başına yönetici olmaya kalkmasın” mesajı veriliyor…
Aba altından sopa göstermece… Gözdağı…
Bir suflör arkadaşın dediği gibi: “Bunların arpası fazla geliyor, tabi sana hesap sorarlar, ek derslerini kesiver bak, nasıl oluyor?”… Dinlemişler belli ki… Ama ne gariptir ki, öğrencilerin ders seçiminde, yönlendirmeler yapılırken seçim yüzdesi geçtiğimiz yıllarda çok düşük olan bu branştaki suflör arkadaşın branşını bu sene her nedense seçiveren öğrenci sayısı da birden artıvermiş… Helal olsun, iyi çalışmış…
Banka promosyonlarından aldığımız parayı da geri vermekle kalmadık… Üste bankaya biz promosyon vermeye başladık.. Oradan da zararım büyük.
Ehhhh olacak canımmmmm… Anlaşmayı yapan yapmış, olmuş bitmiş, sus, ses çıkarma, otur işine bak… Yoksaaaaa… Yoksa ne? Tabi ki mobbing başlar…
Öğretmene mobbing… Pehhhhn’olacakkkkcanımmm… Keyfe keder… Her şey yaparlar, canının istediğini de yapmaz…
Yönetici yönetmenliğinde keyfine göre hareket eden müdür beyler mobbing yapmış çok mu? Amaaaannn benim ki de laf işte…
Öğretmen bu, emir kulu.
Sus dersen, susacak.
Otur dersen, oturacak.
Hak ve hukuk da neymiş?
Yöneticilik de neymiş?
Ek ders de neymiş, maaş neyine yetmiyor?
Elinden gelse, maaşı da kesecek, ama sanırım o elinden gelmedi…
Sınıf ihtiyaç listem 10 yıldır verilmiyor. Hiçbir zaman tam karşılanmadı. DMO’nun standart gönderdiği setler bile yok. Kırık sandalyelerin yanına, Nuh Nebi’den kalma ahşap sandalyelerden dört tane daha ekleyiveririz, oturur çocuklar… Benden geçen sene alınan ihtiyaç listesindeki sandalyeler, yeni kurulan atölyeye konulup alkış ve ödüller kabul edilir, oh hazırdan… Mis…
N’olacakkkk canım… Kendi makam odasını son model dayayıp döşüyor yaaa… Rengini beğenmeyenler olunca o da sıfırdan değiştirilebiliyor… Sınıf ihtiyaç listesi, fuzuli… Taşınacağız, malzeme mi alınırmış? Oda yaptırılabilir, malzeme alınamaz, taşınacağız… Devlette var yaaaa şu öğretmenlere, müdür beylere sormadan amma çok haklar veriyormuş!
Demek ki devletin verdiği hakları müdür beyler gereksiz görüyor ki, kesiyor. Benimki de laf, sanki ben müdür beylerden daha iyi bileceğim…
Müdür beyler büyük yönetici, her şeyin en iyisini tabi ki onlar bilecek, yöneticilikte çığır açtılar maşallah.
Yöneticilikte çığır açmasına açtılar da, bari Bilsem’de atölye isteyen öğrencilerin atölyelerini açabilseler, halen hepsi açılmadı…
Nedense yöneticilikte çığır açmak kolay, Bilsem öğrencilerine atölye açmak çok zor… Herkes eylülde başlıyor, biz kasım ayında hala asgari öğrenci sayısı konuşuyoruz, okuldan atölyeler için bildirim gelmedi diyen veliler de cabası…
İlk dönem bitiyor…
Yoksa, müdür beylere göre o da mı gereksiz bir uygulama? Öyle yaaaa, devlet bilmez haşa, müdür beyler bilir…
Eğer öyleyse, açılmasın, gereksiz fuzuli yere… Çünkü öğretmen atölyelerde ders verip devletten fazla para alacak, ne gerek var canımmm? Amann… Öğrenciler de atölye dersi görmeyi versin, n’olacakkcanımmmmm?
Ben yönetici olmaya karar verdim ya, artık atölyeler de açılmaz oldu… İngilizce isimler verip, sertifikasının hesabını soramayacakları suflör öğretmenlerin atölyeleri açılmış, olsun, onlar büyük ihtiyaç…
Demek ki neymiş? Okulun makamları önceden rezervasyonlu imiş…
Öyle sınav, hak, hukuk, liyakat, tecrübeye göre değilmiş…
Sınav kazanmış olmak yetmez…
Veryimportant person olmak gerekiyormuş.
Yoksa höööttthöööttt, git öte…
Hoooopppşişşşşttt, çekilll oradan! O makam rezervasyonlu… Dolanma etrafında… Yoksaa “Makamda gözün mü var?” derler insana…
Mesela, bana öyle dediler…
Devletin okulu deniz, makama oturmayan keriz diye bir atasözü daha icat etmişler değil mi?
Bak işte müdür beyler bu atasözünü gayet iyi biliyorlar…
Haklarını yememek lazım…
Baştan sona okudum, taş kesildim, ne diyeceğimi bilemedim ! Bu cümleler, bu hiyerarşi, bu saltanat, bu yanaşık düzen pek yabancı gelmedi bana.. Söylenecek o kadar çok şey var kiiii. Neysee, ne demişti Ozan ? “Cam kırıkları gibidir kelimeler; sussan acıtır, konuşsan kanatır…” Sözün özü bu.