Ernstİngmar Bergman-1
İlk değil de daha çok ikinci ismiyle anılan ErnstİngmarBergman, hem karamsarlığın hem de hayatın anlamını aramanın yönetmeni olarak kabul edilmiştir.
Karamsarlığının arka planında Protestanlık mezhebine mensup bir baba tarafından yetiştirilmesi vardır. Bergman bu özelliğiyle AndréGide’le aynı kaderi paylaşır. Zaten onu çepeçevre saran edebiyatçılardan biri de Gide’dir.
Karamsarlık Bergman’da aslında distopik bir alan açmakta gecikmez. Bu cümleden hareketle Bergman’ın karamsarlığı, iyimserliğe ulaşmak için araç olarak kullandığını vurgulamak mümkündür.
Anlam arayışını Bergman, hümanist ve egzistansiyalist anlayışları harmanlayarak ete kemiğe büründürmüştür. Hümanizmin ondaki karşılığı İnsan Sevgisi değil, insanı her özelliğiyle merkeze almadır. Kartacalı şair Terentius’unİnsana olan ait olan hiçbir şey benim yabancım değildir cümlesiyle, deist kulvarda ilerlesin ya da ilerlemesin, egzistansiyalistlerin varlığı başköşede oturtma girişimleri onda ortak paydada buluşmuştur.
Bergman’ın var oluşa yönelik vurgusunda, egzistansiyalizmi onlardan önce ama bu adı vermeden özümseyen Şeyh Galib’in, Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen beyti de vardır.
Şeyh Galib gibi, Âlemin özü olarak gördüğü insanı Bergman, yaşadığı ve doğal olarak etkilendiği olaylardan çok, olguların izini takip ederek konumlandırmaya çalışmıştır. Bu aşamada da onu doğal olarak EdmundHusserl’infenomenolojik atmosferi cezbetmiştir.
Baba evini Franz Kafka gibi Kâbus mekânı olarak gören Bergman, sıklıkla sinema ve tiyatro salonlarına kapağı atarak nefes almaya çalışmıştır.
1937’den itibaren Stockholm Üniversite’sinde edebiyat ve sanat tarihi tahsili alma perdesini aralayan Bergman, sinema filmlerinde sadece bu iki alan değil, onlardan uzak olmadığına inandığı disiplinlerin nimetlerinden de istifade etmiştir.
Edebiyat ve sanat tarihi başta olmak üzere disiplinleri, felsefeyle ilişkilendirmekten taviz vermeyen, felsefeyi de arka plan arkeolojisine girişilebildiği müddetçe ciddiye alan Bergman, devamını getirmediği tahsil hayatını, üniversite öğrencilerinin performanslarını sergiledikleri tiyatro oyunları sahneye koyarak zenginleştirmiştir.
Stockholm’deki Kraliyet Operası’nda reji asistanlığı görevini maddi sorunlardan uzaklaşmak için üstlenen Bergman, kendisinden çok etkilendiğini vurguladığı AlfSjöberg’in1944’te çektiği, Türkçeye Sıkıntılar ya da Çılgınlık adları verilerek çevrilen Hets’in senaryosunu kaleme almış ve böylece sinema yolculuğunda ilk adımı atmıştır.
Sjöberg’in bu ödüllü çalışmasına Sıkıntılar daha fazla uymaktadır çünkü anlatılan hikâyenin odağında nasyonal sosyalist zihniyetli bir öğretmen ve onun eziyetlerine maruz kalan öğrenciler vardır.
Bergman’ın dolaylı olarak, ona gün yüzü göstermeyen babasını atipik öğretmen karakterinde yaşattığı, izleyicide edebiyat metni uyarlaması olduğu izlenimi uyandıran bu sinema filmi, beyaz perdenin, senaryo ile tiyatro metni arasındaki nüansın bilincindeki bir kalemle tanışmasını sağlamıştır.
Bergman’ın; nasyonal sosyalist zihniyetin yaşattığı travmayı gözler önüne seren; Thomas Mann, HeinrichBöll, BertoltBrechtgibi edebiyatçılara İsveç’ten selam gönderdiği Hetsayakta alkışlanırken, 1945’te yönettiği ilk filmi Kris(Kriz)ciddiye alınmamıştır.