Ernst İngmar Bergman-21
Bergman’ın İsveç ve dolayısıyla Fårö adaları dışında çektiği ilk sinema filmi olan Ormensägg, FritzLang özelinde Alman ekspresyonistlerinin önünde düğme iliklediği bir çalışma olduğu için öncelikle, expresyonizmin sinemada karşılığını nasıl bulduğu ve Lang’ın bu kavramı nasıl konumlandırdığı üzerinde durmak gerekir.
Türkçeye sorunlu bir şekilde Dışavurumculuk olarak çevrilen, çevrilirken de birçok izmde olduğu gibi içi boşaltılan ekspresyonizm, nesnel hayatın dayattığı realiteleri elinin tersiyle iten, bu realiteleri belleğinde kurgulayan ve ete kemiğe büründüren isimleri bir araya getirmiştir.
Pesimizmi baş tacı eden, Adorno’yla ilişkilendirilebilecek Negatif Diyalektik’in izini süren, ütopistlerden sedistopiklere daha fazla sempati besleyen ekspresyonistler, nesnel hayatın realitesinden, hakikati hasıraltı ettiği için olabildiğince uzak durmuşlardır.
Onların nazarında realite, modernizmin rahminden hakikati yok saymak için düşürülmüştür, bu yüzden de hakikatle aynı kapıya çıkamaz.
Yirminci yüzyılın başlarında öncelikle resimde ve mimaride varlığını hissettiren ekspresyonizm, sinemayla canciğer kuzu sarması olanlar için bir nimetti, onlar da bu nimetin kıymetini bilmek için ziyadesiyle ter dökmüşlerdir.
Lang, onların hem mihmandarları, hem de kalıcı işlere imza atanı olduğu için önemlidir.
Dünyaya gözlerini, mimar bir babanın oğlu olarak Viyana’da açan Lang, resim ve mimarlık eğitimi alınca, kendisini ister istemez ekspresyonizmin içinde bulmuştur.
Çin, Japonya, Kuzey Afrika ve Rusya’yı mesken tuttuktan, bu ülkelerde, çalışma alanıyla alakasız birçok işe girip çıktıktan sonra, doğduğu topraklara dönen, Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katılan, Avusturya ordusunun birlikleri için hazırlanan oyunlarda sahneye çıkan, savaşta yaralanınca nekahet dönemine giren Lang, bu dönemden senaryolar kaleme alarak çıkmıştır.
Venedik ve Cannes’la birlikte her dönemin sinema merkezi olan Berlin’e yolunu düşüren Lang, burada ilk sinema filmini 1919’da çekmiştir.
Yolun başındayken melodrama sıcak bakan, ardından maceraya meyleden yönetmen, resimden beslendiğini, ışık ve gölge oyunlarından yararlanarak belgelemiştir.
1921’de yönettiği DermüdeTod (Yorgun Ölüm)la dikkatleri üzerinde toplayan Lang, 1922’de, eserlerini Almanca kaleme alan Lüksemburglu edebiyatçı Norbert Jacques’in aynı adlı romanından uyarladığı Dr. Mabuse, der Spieler Gambler (Dr. Mabuse, Oyuncu Kumabaz)’le Toplumcu- Gerçekçiliğe göz kırpmıştır.
Kumar oynadığı insanları hipnotize eden, borsayı avucunun içi gibi bilen, kalpazanlıkta da profesyonelleşen ama kendisini doktor olarak servis eden Mabuse adlı atipik kurgusal karakterin kendisini doktor sananlara yaşattıklarını Lang, 1932’de yönettiği Das Testament der Dr. Mabuse (Dr. Mabuse’nin Vasiyeti) ve 1960’a kayıtlı Tausend Augendes Dr. Mabuse, Die (Bin Gözlü Dr. Mabuse’nin Maceraları)de anlatmıştır.
Kamera arkasına 1927’de geçmesini sağlayan sessiz politik bilim kurgu filmi Metropolis, ekspresyonist Alman sinemasının kilometre taşı olarak kabul edilmiştir.
Monitörlü bilgisayarları ön plana çıkararak izleyicisini afallatan bu sinema filmi, duygusal yoğunluğun, sınıfsal çatışmayı umursamadığının altını çizdiği için iğneli fıçıya oturtulmuşsa da, trük tekniğini zaafa saplanmadan kullanmasıyla methiye yağmuruna tutulmuştur.