Cevabını bilmezden geldiğimiz sorular
“Yediğim kazıkları henüz yeni yeni değerlendirmeye, sebep-sonuç ilişkilerini yeni yeni kurmaya başladım. Ve şöyle bir sonuca vardım ki bunu da iki soru işaretine bağlıyorum.
- İlişkilerimiz -arkadaşlık, dostluk, duygusal bağ- iletişim kuramadığımız için mi kopma noktasına geliyor?
- Yoksa iletişim kurulmayacak insanlarla ilişki kurduğumuz için mi kopuyoruz.
İlk soru işaretine dönüp bakalım, iletişin uzun uzun tanımını yapmayacağım tabi ki. Soru işaretleri de bazen çok şeyi yanıtlar diyerek size bazı soru işaretleri bırakıyorum.
- İletişim kurmak istediğimiz insan bizi tanıyor mu, biz onu ne kadar iyi tanıyoruz?
- Anlaşılmak istediğimiz durumlarda, karşımızdaki insanı yeterince iyi anlayabiliyor muyuz?
- Karşımızdaki insana şeffaf olabiliyor muyuz?
- Karşımızdaki insanın şeffaflığından emin olabiliyor muyuz?
- Bizi psikolojik olarak dibe çeken, kendini vazgeçilmez gören, kendini dünyanın merkezi zanneden insanları dünyamızın merkezine koyduğumuzu fark ediyor muyuz?
İkinci sorunun cevabını, yönelttiğim soruları kendinize sorarak bulabilirsiniz. Kısacası, cevabını bildiğimiz soruları yüksek sesle dile getirmek bazen çok işe yarayabiliyor.
Hayatımın özellikle son birkaç yıllık zaman diliminde en büyük sorunlarımı kendime yönelttiğim soruları cevaplama yürekliliği gösterdiğim an çözdüğümü fark ettim. Farklı zaman dilimlerinde aynı soruları belki farklı şekilde cevapladım ancak aynı sorular farklı cevaplarla farklı sorunları çözmeme yardımcı oldu.
Kendime yöneltilen eleştirileri hızlı bir şekilde hazmedemesem de özeleştiri konusunda kendime attığım tokatlarla kısa sürede kendime gelmek de sorunları çözmek konusunda uyguladığım bir diğer yöntemdir.
Ali Lidar’ın “Söylediğin bela olur, söylemediğin dert” cümlesi gibi…