Evlilik insanın doğasına aykırı
‘Aşk-ı Memnu’nun film versiyonu ‘Bihter’de ‘Firdevs Hanım’ı canlandıran Hande Ataizi, konuk olduğu Habertürk HT Stüdyo’da çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ataizi, Halit Ziya Uşaklıgil’in eseri ‘Aşk-ı Memnu’da olduğu gibi evlilikle ilgili soru işaretleriyle dolu. İki kez evlenip boşanan Hande Ataizi, “Evlilik, insan doğasına aykırı” derken bir daha evlenmeyeceğini belirtti.
Halit Ziya Uşaklıgil’in realist-naturalist romanı ‘Aşk-ı Memnu’, ilk olarak 1899 – 1900 yıllarında Servet-i Fünûn Dergisi’nde yayımlandıktan sonra 1901’de kitaba dönüştüldü. Uşaklıgil, ‘Aşk-ı Memnu’da evlilik kurumunun işleyişindeki sorunları, evli insanları evlilik dışı ilişkiler yaşamaya iten nedenleri, ‘Bihter’ karakteri üzerinden ortaya koydu. ‘Aşk-ı Memnu’, ünlü yazarın en olgun eseri, Servet-i Fünûn dönemi Türk edebiyatının şaheserlerinden biri ve Batılı anlamda ilk roman örneği olarak kabul ediliyor.
Gerek dergide bölümler, gerekse bir bütün olarak kitap halinde yayımlandığı dönemde büyük ilgi gören ‘Aşk-ı Memnu’, ilki 1975’te, ikincisi ise 2008’de olmak üzere diziye uyarlandı. Eser, ayrıca tiyatro sahnesine 3 perdelik oyun olarak yansırken opera olarak da sahnelendi.
‘Aşk-ı Memnu’, bu kez ‘Bihter’ adıyla filme uyarlandı. Bugünden itibaren Amazon Prime’da yayınlanan ‘Bihter’in yapmcıları; Timur Savcı ile Cemal Okan… Yönetmenliğini Mehmet Binay ile Caner Alper’in üstlendiği, senaryosunu Merve Göntem’in kaleme aldığı ‘Bihter’de başrolleri Farah Zeynep Abdullah, Boran Kuzum, Osman Sonant, Hande Ataizi, Helin Kandemir, Nezaket Erden, Lorin Merhart, Mert Can Tekin ve Mert İnce paylaştı. Ebru Özkan ile Tilbe Saran ise kamera karşısına konuk oyuncu olarak geçti.
‘Bihter’de ‘Firdevs Hanım’ı canlandıran Hande Ataizi, konuk olduğu Habertük HT Stüdyo’da Mehmet Çalışkan’ın sorularını cevaplarken bir hayli çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“BANA BİR MEYDAN OKUMA OLDU”
• ‘Firdevs Hanım’ için teklif geldiği zaman neler hissettin ve filmin hangi özellikleri seni etkiledi?‘
‘Aşk-ı Memnu’, artık herkesin gönüllerine taht kurmuş bir iş… Zamanında Neriman Köksal da ‘Firdevs’i canlandırdı. Nebahat Çehre de, uzun soluklu bir diziyle gönüllere taht kurdu. Şimdi bu üçüncü versiyon bana gelince, açıkçası okuduğum zaman senaryoyu farklı kafada bir iş olarak gördüm. Hoşuma gitti… Artık üçüncü kez yapılacaksa zaten film olarak yapılması gerekiyordu. Dönem olarak Halit Ziya Uşaklıgil’in yazdığı dönem, 1920’ler… Daha kadın gücünün ön plana çıkarıldığı, kadının bir başkaldırı maiyetinde bir versiyon. İlk başta tabii biraz kafa karıştı. Hem dönem olacak, hem farklı kafa olacak… Fakat sevindim. Bana bir meydan okuma oldu. “Bu karaktere ne getirebilirim?” diye düşünerek teklifi kabul ettim.
“KENDİ FİRDEVSİMİ ÇIKARDIM”
• ‘Aşk-ı Memnu’, daha önce iki kez dizi olarak uzun versiyonlu yapımlar olarak çekildi. Amazon Prime’da yayınlanan ise film versiyonu. Doğal olarak hikâyenin anlatımı, dizilere göre daha az zamana sahip. Bu durum, karakteri yeterince anlatabilme / yansıtabilme adına üzerinde bir baskı oluşturdu mu?
“Kendimden ne katabilirim?” diye düşündüm. Kendi tecrübelerim, kendi hayal kırıklıklarımla, kendi pozisyonlarım itibarıyla ‘Firdevs’in yaşadığı, aslında her kadının yaşadığı böyle içinde patlamalarla, gerek yaş dönemi olsun, gerek ekonomik özgürlüğünün olmamasıyla birisine bağımlı olmasının da verdiklerini bir araya getirince, açıkçası kendiliğinden benim ‘Firdevs’ çıktı. Zaten her oyuncu, rolü kendine göre yorumlar ve kendinden tecrübeler katarak zenginleştirir. O yüzden ben de açıkçası diğer güzel örnekleri bir tarafta tutarak kendi ‘Firdevs’imi çıkarmaya karar verdim ve bence değişik oldu. Güzel olduğunu düşünüyorum… Ben işimi çok önemsiyorum. Benim için önemli olan o anksiyetik çalışma temposundan, o rolü çıkarma bölümünden sonra o işi yapmak ve yapımın izleyicilere izlenesi olarak ulaşması. Sen ‘Bihter’i izledin. Beni nasıl değerlendiriyorsun?
• Bir hayli etkileyici bir ‘Firdevs Hanım’ gördüm. Bir hayli gerçek, yaşadıklarını, sosyal konumunu ve kişiliğini derinlemesine yansıtan bir ‘Firdevs Hanım’…
“BU KONUDA GENÇLERE ÖRNEK OLMAK İSTİYORUM”
• Dediğin gibi; ‘Bihter’de “Kadınların özgür olması, son sözü söyleyebilecek sosyal konuma sahip olabilmelerininin altı kalın bir şekilde çizildi. Sence, ‘Aşk-ı Memnu’nun yazıldığı yıllardan günümüze kadar toplumun bu konudaki genel görünümü / anlayışı değişti mi?
“Kadınlar özgür olmalı” derken; total bir düzene baktığımız için Halit Ziya Uşaklıgil’den günümüze kadar aslında çok fazla değişen bir şey yok. Çünkü her ne kadar anneler kendi evlatlarının mutluluğunu gözettiğini düşünse de hep bir standart kaygısı yüzünden, “Aman kızım, akıllı ol” denilerek tek başına bir birey olarak kendi ayakları üzerinde duramayan zavallı bir kız, imkânları yüksek olan bir adamla meç ediliyor. Ben zaten bu konuda gençlere öncü olmak istiyorum. Bir kadın tek başına kendi ayakları üzerinde durur, hatta ve hatta eğer isterse kendi standartlarını en iyi şekilde belirleyebilir. Bizim paylaşım anlamında bir partnere ihtiyacımız var, standart anlamında değil… Ama şimdi baktığında yine ‘iyi eş’, ‘iyi kısmet’ dediklerimizin hemen ardında materyalist bir düzen duruyor. O yüzden de kadınlar bir erkeğe yaslanarak aslında kendi kuyularını kazmış oluyorlar. Erkeklerle bir paylaşım olsun, sosyal partner olsun ama birey olarak kendine güvensin. O zaman zaten çok daha sağlıklı ilişkiler ortaya çıkıyor. Daha hakkaniyetli bir platformda en azından o iki kişi dans edebiliyor. O evlilik sistemini daha iyi yürütebiliyor. Her ne kadar evlilik sisteminin insan doğasına aykırı olduğunu düşünsem de “En azından böyle daha iyi kotarılabilir” diye düşünüyorum.
“DEMEK Kİ BURADA BİR YAMUKLUK VAR”
• Neden evlilik sisteminin insanın doğasına aykırı olduğunu düşünüyorsun?
Bence öyle… Benim annem 1949 doğumlu bir psikoloji profesörü. Bir gün, “Ben evlilik sisteminin insan doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum” dedi. Eski jenerasyondan birinin de bunu söylemesi bende bir açılım yarattı. Çünkü insanlar çok sıkıştırılan bir düzene adım atıyor. Nedir bu? Bir kere sen o imzayı atarken, ömür boyu, diye atıyorsun. O imza hiçbir değişimini, hiçbir isteğini, hiçbir ara dönem farklılıklarını gözetmeksizin körü körüne attığın bir imza oluyor. O yol esnasında insanın kafası değişebilir, farklı yerlere gidebilir. Toplum sana, aldattığın zaman tepki gösteriyor. Sen bir anda vicdanınla baş başa kalacağın ve seni sınırlayan bir sistemin içine girmiş oluyorsun. O yüzden bunu daha yumuşak bir şekilde yönetmek gerek. Belki de kafalar değişir ve daha farklı sistemlere de geçilebilir. Yürümüyor, olmuyor… Evlilik sistemine baktığın zaman, boşanma oranı her geçen yıl artıyor. Demek ki burada bir yamukluk var.
“BEN KENDİ ADIMA YÜRÜTEMEDİM”
• Evlilik, çiftler anlaştığı sürece güzeldir…
Tabii… Çiftler anlaşıyor zaten. Anlaşırken aynı eve girdiğin vakit; elektrik parası, su parası, hayat şartları derken bir bakmışsın tutku gitmiş. Sonra, “Tutku bir kenarda dursun, yaşadığımıza sayalım” diyorsun. Bu sefer oradan sonra bilenmeler başlıyor. Karşı tarafla aynı evde, aynı mekânda 24 saat geçirince problem başlıyor. Evliliğini yürütebilen, büyük bir toleransla yürütebiliyor. Onlar başarılı oluyor ama bunları tolere edemeyip kendinden vazgeçmeyen insanlar da maalesef bu sistemi yürütemiyor. Ben kendi adıma yürütemedim.
“BİR DAHA EVLENMEM”
• Bir daha evlenmez misin?
Bir daha evlenmem… Biz belki eski eşimle evlilik sisteminde çok doğru olamadık ama ayrıldıktan sonra ortada bir çocuk olduğu ve o, bizim süper kıymetlimiz olduğu için biz çok güzel bir boşanmış anne – baba modeli olduk. Bunu başarabilmek de çok önemli.
“HEP İNSANLARA GÖRE Mİ YAŞAYACAĞIZ?”
• Boşandıktan sonra asıl önemli olan elbette çocuğun / çocukların psikolojisi…
Ben de ona geleceğim, yine filme bağlayayım. Eğer ben, kendi ayaklarımın üzerinde duramayan biri olmuş olsaydım, mesleğimi, işimi, âşık oldum diye, evleniyorum diye, karşı tarafın standartlarına güvenerek bırakmış olsaydım bu kararı çok özgürce alamazdım. Şu anda da mağdur durumda olacaktım. Evlilik sistemiyle ilgili sözlerim benim naçizane görüşüm. Genç kızlarımız pırıl pırıllar, ellerine mesleklerini almışlar, bunun için mesleklerini bırakmalarını asla arzu etmem. Ben aslında bu bölüme takılıyorum. ‘Bihter’de de biraz daha kadın çıkışlı bir konu var. ‘Firdevs’in, “Hep insanlara göre mi yaşayacağız?” diye bir lafı var. Evet, hep insanlara göre mi yaşayacağız? Onları mı mutlu edeceğiz? Onların seçimleri doğrultusunda mı ilerleyeceğiz? Başımızı yastığa koyduğumuzda biz ne hissediyoruz, biz bu düzen, bu sistem içinde mutlu muyuz, yoksa değil miyiz? Bir yere kadar toplum içinde yaşıyoruz ve sivilize bir varlık olarak her zaman o kuralların sağlıklı olduğunu düşünüyorum ama kendimizden, ruhumuzdan süper fedâkarlık etmeden bunu bir ölçüde yapmanın doğru olduğunu düşünüyorum. Özgürlüğümüzü bırakmayalım ki kendimizle alakalı nefesli, güzel, doğru kararlar verebilelim. ‘Bihter’, biraz bu düşüncenin içinden gelen bir proje oldu. Aslında filmdeki bütün karakterler, cesaret anlamında 2 – 3 doz daha yüksek. Ki bunların içinde en arada kalmış olanı ‘Firdevs’… Onun da o arada kalmışlığını, o mutsuzluğunu, hırsını ve maalesef kızından, damadından medet ummasını ya da “Nereden ne gelirse” diye o anksiyetik halini vermeye çalıştım.
“ADAM NEREDE NEFES ALACAĞINI BİLEMİYOR”
• ‘Bihter’in izleyicilere özellikle hangi mesajı vermesini umuyorsun?
Kendi adıma, daha kadının gücü, kadının birey olarak kendi ayaklarının üstünde durabilmesi, kendine güvenebilmesi, başkalarının standartlarıyla var olmak yerine kendine güvenip kendi yoluna çıkması konularını önemsiyorum. Birçok kadın zaten şu anda öyle hareket ediyor. Geçmişten günümüze tabii ki birtakım şeyler değişti. Artık herkes ekonomik özgürlüğünü eline aldı. Zaten artık şu süreçte, iyi standartlarda yaşayabilmek için aile fertlerinin hepsinin çalışması gerekiyor. Artık tamamen erkeğe yüklenmek de biraz hakkaniyetsiz bir durum oluyor. Adam, nerede nefes alacağını bilemiyor. Ondan sonra bir yerde nefes almaya kalkarken de yakalanıyor. Gerçekten empati kurup erkekleri de düşünmek lazım. Empati kurup kadınları da düşünmek lazım. Daha eşit bir platform yaratmak lazım. Aslında biraz mizahla, biraz Halit Ziya Uşaklıgil’in hiçbir zaman insanların kafasında değişmeyen figürleriyle bence yine günün sonunda ben kadın konusuna çıkıyorum. Ama belki Osman Sonant’a ya da Boran Kuzum’a sorsan, onlar belki daha farklı bir şey söyleyecekler. Ben kendi adıma mesajın ağırlığının bu yönde olduğunu düşünüyorum.
“ÇIKIŞIM DA SAĞLAM OLMUŞ”
• İlk filmin 1996 yapımı ‘Mum Kokulu Kadınlar’, o dönem gerçekten çok büyük ses getiren bir yapımdı. ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Antalya Film Festivali’nde ‘Altın Portakal’, Adana Film Festivali’nde ise ‘Altın Koza’ kazandın. 1996’dan 2023’e… 28 yıl olmuş, geride bıraktığın yıllara bakınca neler hissediyorsun?
‘Mum Kokulu Kadınlar’da o dönem için çok cesaretli bir seçimdi. Süreç içinde hep tekrara düşmeden farklı farklı karakterleri seçmişim. Bana ait olmayan hayatlar, daha insanların cesaret edemediği konularda bulunmuşum. Konu itibarıyla ve geliş itibarıyla çıkışım da sağlam olmuş.
“BOŞVER PARANA BAK DENİYOR”
• 4 filmin var… Televizyon yapımın ise 34. Bunun 18’i dizi, 16’sı televizyon programı. Dizilerden ve televizyon programlarından sinemaya zaman kalmamış. Değil mi?
Kalmadı… Benim işlerim çok uzun soluklu oldu. Gelen filmler de hep şehir dışı olduğu için onların ayarlamasını yapamadım. O zamanlar bizde menajerlik sistemi yoktu. Hep tek tabanca, kendi kendimize yol aldık. Bazen artısı, bazen eksisi oldu. Kendi kariyerimle alakalı o yaşlarda çok organize olamadım. Biraz akışta bir karakter de olduğum için artık akış beni nereye götürdüyse oraya gittim. Açıkçası, bu mesleği severek, mutlu olmak için yapıyorum. Bir ara canım dizi yapmak istemedi ve New York’a gittim. Orada beslenebileceğim güzel, kendi seviyemde İngilizce dersi de aldım. Workshop’lara katıldım. Orası bana güzel bir öğreti oldu. Sonra 6 ay Kopenhag’da yaşadım. İnsanlar ‘Ayşe’ rolünden çıkıyor ‘Fatma’ rolüne giriyor, ‘Fatma’dan ‘Aysel’e geçiyor. Artık bizim sektörde şöyle oldu; bir iş okuyorsun, çok içine sinmiyor ama “Boş ver, parana bak” deniyor. Ben öyle bir insan olmadım. Tabii ki profesyonel anlamda ben bu işi yapıyorum ama benim için asıl olan o işi sevmem. Onun karşılığı neyse onu almak ikinci hedef ama nedense ben bir işe hâlâ ilk zamanki o tutkuyla o hevesle başlamayı seviyorum. ‘Firdevs’ de öyle oldu. Severek, isteyerek ve heyecanlanarak başladım, çalıştım. Bir oyuncunun hiçbir zaman o heyecanını kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum.
• O halde kariyer adına kazandın ama maddiyat adına kaybettin…
Hayır, tabii ki bir iş yapıyorsun ve sen işinde iyiysen onun bir karşılığı var ama salt öncelik para olmamalı. “İnsanlar sevmedikleri projeye girmemeliler” diyorum.
• Senaryosu kötü veya senin normlarına göre olmayan ama parası iyi olan çok yapımda rol almayı reddettin mi?
Tabii ki… Bunu söylüyorum zaten. Artık biraz seçimlerin öncelikleri değişti. Güzel bir projenin içinde severek oynayacağım bir karakterin olması benim önceliğim.
“VERECEK CEVAP BULAMADIM”
• New York’taki workshoplarda edindiğin en önemli öğreti ne oldu?
Oraya gittiğimde kendim oldum. Önce kendimi çok iyi hissetmedim. Çünkü bana orada, “Seni gerçekten heyecanlandıran, seni mutlu eden nedir? diye sorduklarında verecek cevap bulamadım. Sonra sonra kendi düzenimde kendimi buldum. Orada tanıştığım insanların hepsi bir şey ve hepsi gerçekten senin ilgini çekebilecek mesleklerden, birçok insanla tanışıyorsun ve yaşadığın hayatın aslında süper boş olduğunu görüyorsun. Sonra buraya geldim ve daha ABD kafasıyla, spor ayakkabılar, metro, öğrenci ruhu… İçimdeki o söndürülen tekrar canlandırdım ve öyle yaşamaya başladım. Açıkçası, kafam çok değişti…
“BURADAKİ SİSTEMDE KOPUKLUK YAŞADIM”
• Bu farkındalığı ne zamandır yaşıyorsun?
Çok uzun zamandır böyle yaşıyorum… O şımarıklık vs. hepsi bir bütün. O da güzel bir şey, insan şımarmalı da kendini mutlu da etmeli. Çalışıyorsun ve hak ediyorsun, belli bir ölçüde kendini ödüllendirmelisin. Şimdi, bir yıl için New York’a gitmek kolay bir şey mi? Bu benim kendime verdiğim bir hediyeydi. Bambaşka bir şey de alabilirdim ama onu tercih ettim. Yapmak istediklerimi yapmak ve gerçekten mutlu olacağım şeylerin peşine düşmek… O yüzden sistemde biraz kopukluk oluyor. Döndükten sonra buradaki sistemde kopukluk yaşadım. Her şey yine fazla sahte gelmeye başladı, ben fazla doğal kaldım. Ben aslında her zaman fazla doğal kaldım, biliyorsun… Ama şunu gördüm, neysen o olmalısın… Beni mutlu edenle seni mutlu eden aynı şey olmak zorunda değil ama ortak bir yerde buluşabiliyoruz.
• O sıralarda sektörden de kopuş oluyor mu?
Tabii… “Sektörle o doğallığın arasını buldum” diyelim.
“HER ZAMAN BİR ŞEKİLDE YOLUMU BULDUM”
• Gözden ırak olan gönüllerden de ırak oluyor mu?
Hiçbir zaman öyle şeylerden korkmadım. Her şey olacağına varır. Gözden ırak olunca gönüllerden ırak oluyorsak, tekrar olmuyorsa da o zaman başka bir plan olur. Bende planların Z’ye kadar yolu var ama Allah’ın sevilen bir kulu olduğum için ve elimde gerçek bir mesleğim olduğu için her zaman bir şekilde yolumu buldum.
“EN AZINDAN SIKICI BİR HAYATIM OLMADI”
• 1996’dan bu yana şöhretsin. O yıldan beri tanışıyoruz. Bilinenin aksine hiç peşinde koşmadığın şöhret, hep sana koştu. Şöhret, sana neler kazandırdı veya neler kaybettirdi?Gerçekten öyle düşünüyor musun? Evet, öyle oldu. Herkes benim çok göz önünde olmayı istediğimi zannediyor. Halbuki ben biraz asosyal bir karakterim. Geriye dönüp baktığında diyorsun ki; “En azından sıkıcı bir hayatım olmadı. En azından renkli bir hayatım oldu”… Gerek ailevi atraksiyonlarım, gerek kendi yaptıklarımla hayat yolumda hiçbir zaman o sıkıcılık söz konusu olmadı.
“HERKES AYNI SEVİYEDE OLMAK ZORUNDA DEĞİL”
• Geçtiğimiz günlerde takipçi sayısına göre oyuncu seçilmesi yeniden gündeme geldi. Bu konuda neler düşünüyorsun?
Herkesin kafası karışık.. O takipçi sayılarında satın alımlar da var ya… “Çok takip ediliyor, televizyonda olur mu?” diyorlar. Televizyona alınıyor, dizi tutmuyor. Bu sefer de “Böyle yürümüyor” diyorlar. Deneme yanılma… Çünkü sosyal medya hayatımızda son senelerde popüler olan bir şey. Sonra bakıyorsun sosyal medyadaki geliyor ama bir bakıyorsun o değil, benzemiyor… Farklı oluşumlar deneniyor. Ben hiçbir şeye karşı değilim. Sonuçta herkes aynı seviyede olmak zorunda değil. Oradan da çok yetenekli birisi çıkabilir veya oradakinin rüzgârıyla başka bir şekilde de ilerlenebilir. O yüzden bu sektörde herkese yer var. Sadece sen kendi kimliğinde, kendi duruşunda, kendi tarzında işler yapacaksın…
“ÇOK ZOR BİR İŞİ BAŞARIYORLAR”
• 28 yıllık deneyimin var, yazıp yönetmeyi hiç düşünmedin mi / düşünmüyor musun?
Aslında yazım çok iyi… Yazım çok iyi derken kendimi övmek adına değil ama yazıyla kendimi çok daha güzel ifade edebiliyorum. Yönetmek harcım değil, hiç öyle bir çabam olmadı ama belki bir şeyler karalayabilirim. Belli olmaz… 8 – 9 bölümlük art house bir iş yapmak isterim. Yoksa ana akım çok zor. Ana akıma daha fabrikasyon işler yapılıyor. Ben senaristlerin gücüne ve toleransına inanamıyorum, çok zor bir işi başarıyorlar. O yüzden de saygı duymak lazım. Bir oyuncu için zaten zor ama bir senarist için çok daha zihin gücü gerekli. Çok yorucu bir şey… 150 dakikayı doldurmak zaten ayrı bir konu… Senaryo oyunculara bir gün önce geliyor. Sen de bir gün önce gelen işe kendi full performansını veremiyorsun. Bir nevi fason iş olmuş oluyor.
“ONU BİZ İCAT ETTİK”
• ‘Firdevs Hanım’a hazırlanmak için yeterli zamanın vardı değil mi?
Tabii… Dijital işler, oyuncuyu çok daha rahatlatan işler… O dekorların güzelliği, o 1920’ler, 1930’lar… O yılların evleri, mutfakları… O havanın içinde ve o ambiyansta, rahat rahat, tadını çıkara çıkara oynamak oyuncular için çok büyük bir lüks. Özellikle Türk oyuncular için çünkü 150 dakikalık iş dünyada yok. Onu da biz icat ettik.
“ÇOCUKTAN SONRA HAYAT DEĞİŞİYOR”
• Hayatının bu döneminde kendini nasıl hissediyorsun?
Daha yumuşak… Bir kere Leon bana çok iyi geldi. Oğlum 9 yaşında. O da kendi çapında ağabey oldu, büyüdü. Çocuktan sonra hayat değişiyor. Kadınlık ve oyunculuk kimliğine annelik kimliği de ekleniyor. Onun için daha sadeleşiyorsun, kendinden başka birini çok daha fazla seviyorsun. Karşılıksız sevgiyi ilk defa yaşıyorsun ve ona zarar gelmemesi için törpülemeler başlıyor. Bendeki etkisi olumlu oldu. Benim yaşam sevincim oldu. Çocuk duygusu gerçekten çok güzel bir şey. Baştaki evlilik sistemine döndüğümüzde bir tarafımız da geleneksel olduğu için usulüne uygun yapmak gerekiyor. O yüzden bu konuda doğru eş seçmek, sonradan ayrılık olsa bile en azından onu güzel yürütebilecek iyi baba ve iyi anne modelleri olmak gerekiyor.
“O BAŞKA BİR DÜNYA”
• Oyunculuk adına hayallerini ne ölçüde gerçekleştirebildin?
Kariyerini biraz o akış içerisinde gelen proje üzerinden değerlendiriyorsun. Özellikle sinema adına çok daha farklı ve güzel işler yapmak istiyorum. O başka bir dünya. Tiyatro benim asıl çıkış yerim. Tiyatro bölümünde konservatuvar okuyan bir oyuncu olarak güzel işler, güzel projeleri proje bazında artık beni sevindirecek hoş işler yapmak istiyorum. Tabii beni heyecanlandırmak adına bir sürü eksik vardır. Bütün bu 28 senede çok az iş de olabilir ama oyunculuk yapmak ve yaptığından keyif almak önemli. Artık önümüzdeki bu süreçte belki güzel ve farklı işler çıkarsa yine bunu sürdürebilirim diye düşünüyorum.
“O DA FARKLI BİR İŞTİ”
• Tiyatrolar yükselişte, çok fazla oyun var, çok fazla sahne ve seyirci var…
En son Mehmet Ergen’in yönetiminde ‘Baba ve Piç’ oyununu yaptık. Elif Şafak’ın romanıydı. Orada çok değişik bir karakteri oynadım. Yine ensest, ağabeyi tarafından tacize uğrayıp çocuk sahibi olan dövmeci bir kadındı. O da farklı bir işti. Hatta o işte 3 Oscar’lı Jenny Beavan geldi. Mehmet Ergen’in çok yakın arkadaşı olduğu Jenny, bütün sahne tasarımını yaptı. Onunla çalışmak da güzel bir şeydi. Onda da iyi kotardığımı düşünüyorum. Çünkü o da farklı bir karakter oldu.
“OLMASI GEREKEN OLDU”
• Son yıllarda kültür ve sanata ilgi bir hayli arttı. Sence bunun ana nedeni nedir? Böyle devam edebilmesi için sektör açısından neler yapılmalı?
Tabii ki çok iyi oldu. Benim anlayışımda bunun çıkış sebebi, kültür – sanat bölümünden değil de artık her şeyimiz var. Bakalım bir de bunun üstüne çıkıp biraz da sergilere gidelim, evimizde koleksiyoner olarak bulunalım tarafından da destekler geldi. Zaten olması gereken bir şey. Sonuçta bir toplumun gelişmişliğini, kültür ve sanatı belirliyor. Yapılan işlere biraz yatırım yapılsın. Artık gençlerimiz veya geriden gelen insanlar, İstanbul gibi kozmopolit bir şehrin içinde donatılsın. Olması gereken oldu bence.
“KEŞKE BÖYLE DEVAM ETSE”
• Böyle olmasında sponsorların da çok katkısı var.
Tabii ki olsun ve onların katkısıyla daha da iyi işler seyircilere ulaşsın. 3 ulaşacaksa o sahnede 10’luk bir iş parlasın. Sponsorların, ışığıyla müziğiyle bütün her şeyiyle daha zengin prodüksiyonların yapılmasına katkısı oluyor. Bu da çok güzel bir şey, keşke böyle devam etse.
1996’DAKİ HANDE ATAİZİ’NE ‘İÇİNDEN NE GELİYORSA ONU YAP’ DERİM”
• 2023’teki Hande Ataizi, 1996’ya dönebilseydi oradaki Hande Ataizi’ne özellikle neler söylemek isterdi?
Tecrübe insana korkuları da yanında getiriyor. Herhalde benim 1996’daki Hande’ye söyleyeceğim şeylerin hepsi çok yanlış olurdu. Zaten evreni de dengeleyen unsur, o artılar ve eksilerdir. Bir pil de artıyla ve eksiyle çalışıyor. Bakıyorsun, insanlar hiç hata yapmadan çok stratejik gitmeye çalışıyorlar. Müzikte de o güzel notalar, o müziğe bir güzellik katar ya, insan hayatındaki o yanlışlar, o tökezlemeler de aslında onu gerçek kılan, onu daha renkli ve cazip kılan şeyler oluyor. Şimdiki menajerlere baktığın zaman, hep artıdan gitmek istiyorlar. Öyle bir dünya yok… O zaman silik soluk, geride kalan, hareket edemeyen, söylemek istediğini söyleyemeyen insanlar oluyor. Oturup röportaj yaptığın zaman, kim istediklerini söyleyebiliyor ki? Hep güdümlü, o yüzden, “İçinden ne geliyorsa onu yap. Mutlu olacağın şeyleri seç, içinden nasıl geliyorsa öyle hareket et” derdim.