Kalbinin ekmeğini yiyenlere selam olsun
“Varlıklarını bir lütufmuş gibi hissettirmeyi seviyorlar. Sanki onlar bizim hayatımızı güzelleştiriyorlar, varlıkları olmadan asla yaşayamıyoruz, onlar olmadan karakterimizin, düşündüklerimizin, hissettiklerimizin asla önemi yokmuş gibi hssettirmeyi seviyorlar. Asıl problem biz değiliz, merak etmeyin.
Asıl problem kendilerini sevmemeleri ama seviyormuş gibi yapmaları… Hayatları boyunca insanların yüzüne gülerken kendi içlerinde kendileriyle kavgalılar. Ola ki biz o kavgaya seyirci olursak, vay halimize! Hele zaaflarımızı, korkularımızı biliyorlarsa sırf onların kendileriyle verdikleri kavgayı unutalım diye bizi zaaflarımızdan vurarak gündemi değiştiriyorlar. Böylece biz kendi derdimize dönerken, onların bu trajik kavgasını unutmuş oluyoruz.
Ben böyle insanlara yaşam asalağı diyorum. Bizim yaşadığımız acı ve hüzünlerden beslenen bir şey…”
Seneler önce yazdığım bir köşe yazısında bu cümlelere yer vermişim. Daha küçükkken, daha toyken, daha az insan tanırken… O günden bugüne değişen tek şey yaşımdaki rakamlar. Bahsettiğim bu yaşam asalaklarından çok fazla tanıdım bu süreçte. Hatta iş hayatım boyunca daha sinsilerini, daha bencillerini hatta ve hatta daha kötülerini… Bu arada ‘kötü’ kelimesi mecaz değil, gerçekten kötü insanlardı!
Yaş ilerledikçe insan kendinden küçüklere daha çok bıdı bıdı yapıyor sanırım. Hani anne babamızdan duyup da sıkıldığımız şu tecrübelerin yansımaları olan tavsiyelerden bahsediyorum. Mesela benim bana insanlarla ilgili dert yanan benden yaşça küçük yakınlarıma en çok söylediğim şey, “İnsan kalbinin ekmeğini yer, kalbini bozma…” Bir de, “Allah karşına kendin gibileri çıkarsın.” Buna amin diyemeyenler düşünsün 🙂
Kalbinin ekmeğini yiyenlere selam olsun…