Ernst İngmar Bergman-18
Nefes almaları kendileriyle ilgili sorunları çözmelerine yardımcı olmuştur.
Bağımlılık başkasını Sartre’ın deyimiyle Cehennem olarak görmeyi beraberinde getirmiştir.
Evliliğinden memnun olma oyunu oynayan kadın avukat, bu oyunu, bürokrasiyle kurduğu ilişkiyi evliliğine taşıdığı için oynamak zorunda kalmıştır.
Röportaj esnasında sessiz kalmasının, soruları cevaplandıran bilim adamı kocasına müdahale etmemesinin arkasında da bürokratik memnuniyet vardır.
Kocası bilim insanı olamamış bir bilim adamıdır. Bu özelliğiyle bürokratik elbisesini özel hayatında da çıkaramamış karısını bütünlemektedir.
Bergman tam da burada, Bir elmanın iki yarısı olmak deyimine itiraz edercesine kocasının karşısına genç bir sevgili çıkarmıştır.
Genç sevgili onun bilinçaltına inmesinin önünü açmış ve bilinçaltıyla mücadele etmeye başlayan bilim adamı koca, karısına, onunla yollarını ayırmak istediğini söylemiştir.
Metaforu yan karakterlerde ete kemiğe büründüren Bergman, bu çalışmasında da metaforu genç sevgiliye yüklemiştir.
Çiftin bağımlılıkla bağlılık arasındaki farkı fark etmesi, bilim adamı kocanın bilinçaltına inmesi, karısının memnuniyet oyununu nihayete erdirmesi için hikâyeye genç sevgilinin girmesi gerekmiştir.
Bağlılık Nietzsche’nin, bir kitabına verdiği adla İnsanca, Pek İnsanca yaşamalarını kolaylaştırmıştır.
Önce bilim adamı ve avukat değil, özgür ruhlu insan olma yolunda ilerlemeleri, bağımlılık sorununu çözmelerini kolaylaştırmıştır.
Sartre ve Nietzsche’nin yanına Rimbaud, yine bir kitabına verdiği isimle, Ben Bir Başkasıdır’la Bergman’ın hikâyesinin merkezine oturmuştur.
İnsanın, kendinde başkasını görmesi için, bağımlılık adlı prangayı elinin tersiyle reddetmesi şarttır. Aksi hâlde, başkası şöyle dursun kendisine bile ayna tutmakta zorlanacaktır.
Empati dâhil olmak üzere kavramların içini laf olsun diye doldurmayan Bergman, karakterlerine bağlılığı önerdiği için, karakterler, kendilerini başkalarının yerine koymak için çaba sarf etmişlerdir.
Bilim adamı ve avukatın travmatik ilişkisine odaklanarak, eğitimli olmanın geniş perspektiflli bakmaya yetmediğini, kodları modern hayatla çözülen eğitimin ruhsal şiddeti tetiklediğini gözler önüne seren Bergman, modernizme de dolaylı olarak saldırmıştır.
Modern hayatın, insanı, sanıldığı gibi çağdaşlaştırmadığının, köleleştirdiğinin, bürokratik hantallığın, modern hayat sayesinde insana klostrofobi yaşattığının, depresyona mahkûm ettiğinin altını çizen Bergman, 1975’te, Trollflöjten(Sihirli Flüt)le izleyicisinin karşısına çıkacak ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın operasından hareketle, çelişki, travma, depresyon gibi kavramların insanı nasıl çepeçevre kuşattıklarını, belgesel sinemanın nimetlerinden istifade ederek anlatacaktır.