Faruk Tınaz
23 Aralık 2021’de vefat eden Faruk Tınaz, onunla aynı gün sonsuzluğa uğurlanan Alâeddin Yavaşca gibi hanendelik aşamasına gelmiş, nitelik çıtasını yükseltmek için çaba sarf etmiş bir isim değildi ama bunun farkında olması onu ayrı bir yerde konumlandırmayı beraberinde getiriyordu.
Sözü edilen bağlamda Tınaz, bu dünyadan 14 Haziran 2021’de göçen Selçuk Tekay’la ortak paydada buluşturulabilir çünkü Tekay da; Besteci, Keman Virtüözü ve Orkestra Şefi olarak takdim edilse de, bu sıfatları layıkıyla taşıyıp taşımadığının kararını kendisinin veremeyeceğini söyleyerek ve tevazudan taviz vermeyerek farklılığının altını her daim çiziyordu.
Tınaz; 1980’li ve 1990’lı yılların, Türkçeyi vurgu ve tonlamalarına dikkat ederek kullanan sunucularının Beyefendi Sanatçı olarak mikrofonun karşısına davet ettikleri isimlerdendi hatta adı o yıllarda şimdikinden daha fazla ön planda olan Yıldırım Bekçi’yle anılırdı.
Tınaz ve Bekçi dışında, bugün, kendisine, izlenme kaygısı güden, sade suya tirit konulu dizilerde daha çok tesadüf edilen Sami Aksu’ya da yakıştırılan Beyefendi Sanatçı sıfatı, sözü edilen isimlere sanıldığının aksine zarar vermiştir. Onların buradan bir zarar çıkmayacağını düşünmelerini de ancak birikim ve donanım eksikliği terimleri karşılayabilir.
Öncelikle unutulmaması gereken, sıralanan isimlerin Sanatçı değil, vasat şarkıcı olduklarıdır ve bu hakikat sadece onlar için geçerli değildir.
Sanatçı olmayı hak edecek bir fiile imza atmamışlardır. Kendilerine özgü bir alan açtıkları, hayranları dışında, örnek alındıkları söylenemez.
Beyefendilik onlara, konformizm önünde el pençe divan durmaları; sorma, sorgulama, hesaplaşma gibi fiillerden uzak durmaları için yakıştırılmıştır. Onlar da buna itiraz etmemişlerdir çünkü göreceli rahatlık işlerine gelmiştir.
Konformizm iliklerine kadar işlediği için, mikrofonun karşısına, Türk Sanat Müziğinin Beyefendi Sanatçısı gibi uzun bir sıfatla çağrıldıklarında eser seslendirmeden önce, bu sıfatın yanlış olduğunu, aslında Osmanlı Musikisi icra etmek gibi bir dertlerinin olduğunu doğal olarak söyleyememişlerdir. Sözü edilen hakikat, Türk Sanat Müziğinin Hanımefendi Sanatçısı olarak bilinenler için de geçerlidir, onlar da Hanımefendiliklerinin tartışmaya açma gereğini hissetmemişlerdir.
Sıklıkla yazılan cümle buraya da eklenmelidir: Türk Sanat Müziği, uydurulmuş bir başlıktır, doğrusu Osmanlı Musikisi’dir. Böyle bir isim almasını sadece Türklerin katkısıyla ete kemiğe büründürülmemesine değil; aslen Rum ve Ermeni olsalar da Osmanlılıklarıyla gurur duyan; Kemani Tatyos Efendi, Hanende Zaharya gibi musikişinasların ellerinde büyüyüp gelişmesine borçludur.
Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur gibi isimlerle özdeşleştirilen Arabesk Müzik’in kökü de Osmanlı Musikisi’nde aranmalıdır. Kemancı Vasilaki, Lavtacı Hristo, Lavtacı Andon gibi musikişinasları Proto Arabeskçi olarak tanımlamak mümkündür.
Burada dikkati celbetmesi gereken bir terim de musikişinastır. Tınaz ve çevresindekiler hem bu terimin içini doldurmadılar, hem de onların böyle girişimde bulunulması beklenmedi çünkü onları çıktıkları uyduruk Türk Sanat Müziği yolunda destekleyen bestecilerin de musikişinas olarak anılmak gibi bir kaygıları yoktu. Kendilerine, geleneğin izini sözümona takip ettikleri süsü vermek adına Bestekâr denilmesini istiyorlardı ama bu istek de musikişinaslık aşamasına yükselmek için yeterli değildi.
Tınaz, Diva olarak kabul edilenlerin de olabildiğince uzağında durdu çünkü bu etiketi kendilerine layık gördürenlerin, geleneğin g’sinden anlamadıkları hâlde ona vâkıf oldukları süsü verdiklerinin ve kuru gürültülerini bu etiketle örttüklerinin bilincindeydi.
Aradan yıllar geçtikten sonra Faruk Tınaz, yerini bilmesi ve bilinçli olmasıyla hatırlanacak ve bu özellikleri de saygıyla hatırlanmasına ziyadesiyle yetecek.