İhsan Yüce
Sinema yazar ve eleştirmenleri onu; Sinema ve tiyatro oyuncusu, Senarist, Yönetmen ve Şair diye tanıtmışlardır ama on parmağında on marifet olan muhalif derviş İhsan Yüce, sıralanan sıfatları umursamadığı bir hayatı yaşayarak bu dünyadan göçmüştür.
Mülkiyet hırsızlıktır, Mihail Bakunin’in kaleminden çıkmış bir sözdür ama biyografisi bu bağlamda okununca Yüce’nin samimi ve hakiki duruşunun onu gölgede bıraktığını söylemek mümkündür çünkü Bakunin, pratiği, teorisini değilleyen isimlerdendir.
Toplumcu- Gerçekçi söylemi yere göğe sığdıramamıştır ama onun idrak ettiği, her türlü bağnazlığı elinin tersiyle iten bir Toplumculuktur.
Bu söylemi savunmakla birlikte Türkiye’de toplum değil, halk olduğunun bilincindedir, Toplumculuk onun ütopyasıdır. Bu durum, Orhan Kemal ve onun ziyadesiyle ilham aldığı Maksim Gorki için de geçerlidir.
Nemesis Kitap’tan 2020’de çıkan, Gül Gibi Zabıta Dururken Kızını Bekçiye Veren Adam Bir İhsan Yüce Kitabı’nı yazan Erhan Tuncer, Express dergisinin 173. sayısında Anıl Olcan’la gerçekleştirdiği söyleşide, Yüce’nin İkinci Yeni’ye mesafeli olduğunu söylemiştir ama gün yüzüne çıkardığı çalışmalar ve onlardan farklı bir yerde durmayan gündelik pratiği, zevahir kurtarılmadan ele alındığında, mesafesinin isimlendirmeyle ilişkili olduğu, Turgut Uyar, Edip Cansever gibi şairlerden beslendiği berrak bir şekilde görülebilecektir.
Kırsalın sorunlarına odaklansa da Yüce, laubalilik tuzağına saplanmış yereli değil, ayakları yere sapasağlam basan yerlinin izini takip etmiştir. Enternasyonal perspektife sahip olmasını ona borçludur.
Bir iki sinema filmi hariç, izleyici Yüce’nin kendi sesini duymuştur. Duyduğu ses, betona icazet vermeyen toprakla, toprağa üvey evlat muamelesini reva görmeyen, onun karşısında haddini bilen betonu buluşturmuştur.
Oyunculuğu diğer profesyonel oyuncular gibi, profesyonelliği göze sokmayı amaçlamamıştır; üçüncü gözle bakmayı bilen, profesyonelliğin içine sinen amatörlüğü görmekte gecikmeyecektir.
Dervişliği, Seyyid İmadeddin Nesimî’yle Henry David Thoreau’yu bir araya getiren Yüce, tepeden tırnağa sivil, itaatsiz ve minnet eylemeyen insanların çoğalması için kalemini eline almış, kameranın, hem önüne, hem de arkasına geçmiştir.
Mazlum Çimen’in birleştirip notaya aldığı, Ekmek, Şarap, Sen ve Ben ve Felsefe adlı şiirleriyle, Toplumcu- Gerçekçiler kadar, Cansever, Uyar gibi şairlere yakın durduğunu, ayrıca Nesimî’yle Thoreau’yu yoğurduğunu belgeleyen Yüce’nın muhalifliğinde bürokrasi ve oligarşiye yer yoktur ama ona methiye dizenler, sözü edilen fasit dairelerden çıkamayarak onu tanıma ve tanıtmaya çalışmaktadırlar, bu girişimler de doğal olarak mezarında huzur içinde uyumasını engellemiştir.
1979 yılında çektiği Bebek’le bir Bağımsız Sinema örneğini izleyicisinin karşısına çıkaran Yüce; sadece militarist değil, bürokratik ve oligarşik tutsaklığı umursamadığı için de aradan yıllar geçse de unutulmayacaktır.
Umur Bugay’ın kaleme aldığı senaryo gereği, kızını zabıtaya değil de bekçiye veren babayı canlandıran İhsan Yüce, izleyiciye, baba olmakla babalık yapmak arasındaki nüansı göstermeye çalışmış, erkek egemen söylemle de hesaplaşmış bir sanatçıdır ve sanatçılığın içini doldurmayanlardan olabildiğince uzaktadır.