Celal Sılay
Asimetrik kurguyu ete kemiğe büründürerek şiir yazmak mümkün müdür?
Şiirin neredeyse simetriyi de özler hale geldiği bu dönemden yıllar önce Celal Sılay bu soruya, ayakları yere sapasağlam basan karşılıklar vermiştir.
“Şair bütün yolların son durağıdır” sözünü, poetikasının merkezine yerleştirerek, yaşadığı dönemin “Edebiyat Dünyası’nda ayrı bir gezegen olarak yerini alan Sılay, hemen her alanda dikiş tutturamayan, tutturamamayı umursamayan bir isimdir.
Eğitim-öğretim hayatında da farklı bir tavır sergilemeyen Sılay’ın iki yakasını, bir araya, Bursa Işıklar Askeri Lisesi de getirememiştir. Bu okuldaki disiplinin bünyesine ne kadar işlediğini, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmeden ayrılarak göstermiştir.
Şiire gönül düşürdüğü ilk dönemde yer yer Garip akımının etkisinde dizeler kaleme alan, zamanla, kendine özgü bir kanal açan Sılay, diyaloğa girdiği çevre tarafından Bohemya’nın figürü olarak tanımlansa da, dizelerinin izi sürüldüğünde, Sılay’ın asimetrik kurgusunun öncelikle Bohemya’yı hedeflediği görülecektir.
Bohem yaşamanın, içinde bulunduğu ortamdan el etek çekmek anlamına gelmediğini çok iyi bilen Sılay, okurunu, bu ortamın var olma nedenleri üzerinde yoğunlaştıran şiirler yazmıştır. Bu şiirler aracılığıyla o, Bohemya dışında okuruna da çuvaldız batırmayı ihmal etmemiştir.
Geleneğin dinin, dinin de geleneğin içinden okunmaya başlandığı bir dönemi yaşadığının bilincindeki Sılay; arka planına, Ömer Hayyam, Yunus Emre, Seyyid Nesimi gibi imzaları alarak, geleneği ve dini asimetrik kurgusuyla okumuştur. Bu isimlerin yaradıcıya yakın olmanın, yaradıcıyla laubali olmadan yakınlaşmak gerektiği yönündeki düşünceleri, Sılay’ın bu bağlamdaki söylemini zenginleştirmiştir.
Sılay’ı okuyan gözler, onun, gelenek ve din dışında cinsellik gibi hassas bir konuyu da ele almasını yadırgayabileceklerdir. Yadırgamanın asıl nedeni, poetikasının gövdesine oturtulan asimetrik kurgunun görülmemesidir. Cinselliğe, gelenek ve dinde olduğu gibi, düz bir bakış açısı geliştiren okur, cinselliğin, kutsallaştırılmasının, yere göğe sığdırılamamasının arkasında, geleneği ve dini yanlış okumanın bulunduğunu ancak, asimetrik bir yaklaşım geliştirerek algılayabilecektir. Sılay, asimetrik kurgusuyla bu yaklaşımın önündeki engelleri kaldırmaya çalışmıştır.
Kutsallaştırılmayan, yere göğe sığdırılamayan cinsellik, çığırtkanlıktan uzak bir dille Sılay’ın şiirinde yerini bulmuştur. Cinselliği konumlandıran kadın, dönemin idealize edilen, ya da anne olarak görülen kadınından farklıdır. Erkek de onun dizelerinde, erkekegemen söylemin hizmetkârı rolünü üstlenmediği için, idealistliği veya anneliği desteklemek zorunda kalmamıştır.
Sılay’ın asimetrik kurgusu, nota üzerinde de hâkimiyetini kurduğu için müzik, onun dizelerinde inkılâpla ülkesini çağdaşlaştıran ya da mazi hissiyatını olgunlaştıran bir unsur olarak ele alınmamıştır. Onun için, müziğin türü değil, ete kemiğe büründürdüğü asimetrik kurguya kazandırdıkları önemlidir. Asimetrik kurgusu, simetrinin taşlı topraklı yolundan asfalta çıkarken nefessiz kalmayan Sılay’ın şiirini müzikal bağlamda çözmeye çalışacak olan okur, atonalitenin keşfinin gökten bir anda zembille düşmediğini, tonalitenin labirentleri aşılarak atonal atmosfere girildiğini sezebilecektir.
Sılay’ın şairi, bütün yolların son durağına yerleştirmesi de bu asimetrik kurgunun bir sonucudur.
Ona göre şairin ve dolayısıyla şiirin, bir yolu ve bir durağı yoktur. Şair, sadece, günübirlik bir hevesle, merakla şiire sarılıyorsa, şiir, önce şairinden her bir unsuru esirgeyecektir. Şair, şiirini, kutsallaştırmak, yere göğe sığdıramamak, amacını, hedefini gerçekleştirmek için de bırakmıyorsa elini kaleminden; şiir, esirgeme mekanizmasını yine devreye yerleştirecektir. Şair birçok aşamadan geçer ancak; bu aşamalardan geriye şiiri kalıyorsa, kendisini “gerçek” anlamda şair olarak görebilecektir.
Doğan Hızlan ile İhsan Yılmaz’ın şiirlerini ve şiir üzerine yazdıklarını bir araya getirerek “Hüsran Filizleri” adını vererek 2000 yılının Aralık ayında Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımladıkları Celal Sılay; poetikasını, asimetrik kurguyu ete kemiğe büründürerek ve “Şair bütün yolların son durağıdır” sözünün izini sürerek biçimlendirmiştir. Onun yaşadığı toprakların şairlerinin birçoğu ise bugün; simetriden bile nasibini alamamış, çıktığı yolun ilk durağında halsizleşerek köşesine çekilmek zorunda kalmış şiirlere imzalarını, gönül rahatlığıyla atabilmektedirler.
Böylesi bir ortama, Celal Sılay’ın da ruhunu şad eyleyecek sorunun yöneltilmesinin zamanı gelmemiş midir?
Asimetri bir yerde kalsın simetriden, çevresinden, şairinden hatta kendisinden bile uzakta bir yerlerde var olma derdiyle yanıp tutuşuyorsa şiir; şair, gönül rahatlığını yaşama lüksünü, niçin ve neye dayanarak hala elinde sımsıkı tuttuğunu iddia edebilmektedir?