Mikis Theodorakis
Söz, 2 Eylül 2021 tarihinde Atina’da gözlerini hayata kapayanMikisTheodorakis’ten açılınca, Türkiye’nin sadece sıradan olmakla itham edilen dinleyicisinin değil, müzik eleştirmeninin de aklına Zülfü Livaneli gelir ama bu çağrışımın sorunlu olduğu es geçilir zira 1986 yılında Türk- Yunan Dostluk Derneği’ni kurmaları, aynı yılGüneş Topla Benim İçin başlıklı bir albüm çıkarmaları dışında, iki ismi ortak paydada buluşturacak gerekçe yoktur. Söz konusu albümü, Livaneli’nin Theodorakis’i gölgede bırakma çabasının bir ürünü olarak değerlendirmek de mümkündür.
Savrulmalarına rağmen Theodorakis’in ömrü mücadelelerle geçmiştir ama aynı durum Livaneli için geçerli değildir. Zaten Türkiye’ye özgü soldan, içi boşaltılmış sola geçen Livaneli’yi Theodorakis’lesosyopolitik bağlamda buluşturmak için ikisinden de bihaber olmak gerekmektedir.
İki ismin müziğe adım atma süreçleri de farklıdır. Theodorakis, Bizans dinsel müzikleriyle kulaklarını doldurarak ve konserler vererek ilerlerken Livaneli bu tür müziğe son albümlerinde eğilmeye çalışmış, ilgisi yapaylığın ve yüzeyselliğin ötesine gidememiş, derine inememiştir.
Theodorakis, müziği direniş ve mücadelenin aracı olarak görmüşken, iki fiil Livaneli’nin notalarına yolunu düşürmemiştir. Mücadele ve direniş onda ve onunla aynı dairede ilerleyen isimlerde dinleyicinin gazını almak amacıyla merkeze oturtulmuştur.
Livaneli, Yaşar Kemal’in yönlendirmesiyle roman yazma perdesini aralarken Theodorakis’in bu taraklarda bezinin olmaması, daha doğrusu dsikalifiye olacağını bildiği alanlardan uzak durması, iki ismin buluşmasını engelleyecek bir başka özellikleridir.
Theodorakis, Livaneli’den önce, bestelerini haklarını teslim ederek seslendiren Maria Faranduri’yle anılmalıdır zira o da Theodorakis gibi, müziği direniş ve mücadeleden farklı bir yerde konumlandırmamıştır.
Theodorakis ile Faranduri; BertoltBrecht, Pablo Neruda, FedericoGarcia Lorca gibi isimlerin eserleriyle hayatta olduklarını vurgulamak için alın teri dökmüşlerdir. Sıralanan şairlerin şiirleri, Livaneli özelinde, Türkiye’ye özgü protest ve muhalif müziğin izini süren isimler tarafından notaya alınmıştır ancak manzaranın, Sadık Gürbüz ve Arif Kemal dışında iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bunun arkasında, enternasyonal perspektifin lafta kalması ve ulusalcılığın fasit dairesine mahkûm olması vardır.
Yunanistan’ın Beethoven’ı olarak karşılanan Theodorakis’in besteciliği kompozitörlük düzeyinde değildir. Yaşı ona yakın olan besteciler, atonal müziğin nimetlerinden istifade ederlerken o geleneğin yörüngesinde ilerlediği için Beethoven’ın yirminci yüzyıl Yunanistan’ındaki versiyonu olduğu vurgulanmıştır.
İnsan hakları ve çevreye odaklı sorunlarla da yoğun bir şekilde ilgilenen Theodorakis, ışığı karanlığın içinden devşirmeyi amaçlayan bir müziğin kitleselleşmesi için çaba harcamıştır.
Direniş ve mücadeleye ayarlı olsa da bu müzik gülümsemeyi, ironiyle bağ kurmayı ihmal etmemiştir. Türkiye’ye özgü protest ve muhalif müzik, abus ve nobran çehresinden kurtulamadığı için ironi dış kapının mandalı olmaktan kurtulamamıştır.
Önce erkek değil, önce hakikaten hassasiyet sahibi insan olmayı kavramış insanların çoğalmasının dünyayı güzelleştireceğine inanan MikisTheodorakis, yıllar sonra, hariçten gazel okumadan bu dünyadan göçen bir isim olarak hatırlanacaktır.
Onu laf olsun diye tanımamak ve konumlandırmamak isteyenler için, hariçten gazel okuyanlar kervanıyla bağlantıyı koparmak, lüks değil, zorunluluktur.